Hekimlik 80 öncesi en saygı duyulan meslekti. Bırakın yüksek sesle konuşmayı, muayeneye kirli elbise ile gitmek bile ayıp sayılırdı. Şiddet?, kimsenin aklının ucundan dahi geçmezdi.
İlkokula başladığım sıralarda ateşlenmiştim. Günler geçip de düzelmeyince kasabaya doktora götürmeye karar verdi babam. Annem beni bir güzel yıkadı. Ne kadar titremiştim, üşümüştüm. Hala aklımdan çıkmaz. Hani iyi de olmuş ki ateşim düşüp kendime gelmiştim. Banyonun ardından Annem en sevdiğim kıyafetlerimi giydirmişti. Bayramlık giysilerimdi onlar. Kasabaya varınca doktorun muayenehanesine gitmiştik. Herkes sakince bekliyordu. Sonra doktoru gördüm, çok heybetliydi! Muhteşem bir manzaraydı bu benim için. İşte o zaman doktor olmayı istedim.
Sonra, aylardan eylül geldi. Önce anarşistlerin, sonra doktorların haddini bildirmeye yemin etmişti netekim paşa.
Gençliğindeki SSK ilaç kuyruğunun sıkıntısını ve bir kaç uğursuzun yaptıklarını tüm hekimlere ödetmeye yemin etmiş bir siyasetçi başladı haddini bildirmeye doktorlara… Sağlığın başındakilerde katıldı bu haddini bildirme operasyonlarına.
Haddini bildirme nutukları meydanlarda popülarite kazandırdığını fark ettiler. Mitinglerin değişmez söylevi oluverdi doktora haddini bildirmek.
Haddini bildirme işini halk da o kadar çok sevdi ki, nasıl haddini bildiririz bu doktorlara diye yöntemler araştırmaya başladılar. En iyi haddini bildirme yöntemi olarak da şiddeti tespit ettiler.
Bizlerde, yani hekimlerde çanak tuttuk bu haddini bildirme çabalarına. Diğer hekimleri suçlayarak puan kazandığımızı zannettik. Serbest piyasanın kuralı, rakibine belden aşağı vur.
-Sana parecetamol vermişler, o sana iyi gelmez. Ben sana asetominofen vereyim. Şapadanak iyileşirsin!
-Sana amoksilin-klavunat vermişler. Çok yanlış. Az daha seni öldürüyorlarmış. Ben sana bir klavunat yanında bir de amoksisilin vereyim, bişeyciğin kalmaz.
-Ya bu adamlar hiç bir şey bilmiyorlar. Senin fıtığına yama mı kullanmışlar. Bunlar cani. Ben senin ameliyatında mach kullanacağım daha iyi olacak. Onlar bişey bilmez. Sen bir hastalığın olursa bana gel.
Reklam yaparken: Tüm X ürünü kötü ancak en iyisi biziz derseniz. Siz kötünün iyisi olursunuz. Eskiler buna ehveni şer derlerdi, yani kötünün iyisi!...
Ancak Tüm X ürünleri iyidir ama en iyisi biziz derseniz, siz zirvede olursunuz.
Şu anda kapanmış bir banka reklamı vardı. Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz x bankasıyız derdi…
Aynı durum bizler için de geçerli. Tüm doktorlar kötü, en iyisi benim dersem ben ehveni şer olurum. Yani kötünün iyisi. Tüm doktorlar iyidir ama en iyisi benim dersem, halkın gözünde çok daha yükseklerde olurum.
Ulusal kanal haberlerinde hekimlere giydirmeyi çok severler ya. Yine bir haber! Bir hasta yakını elinde bıçak yüksek bir katın penceresinde: ‘Geç kalınmış diyorlar, hastama bakmadılar, bizi oyaladılar!’ Bu hasta yakınına ‘geç kalmışlar’ diye kim dedi?
Bazı kelimeler var ki çok dikkatli kullanmak gerek. O anda bizi kurtarır ancak bir çığ gibi daha büyüyerek üzerimize gelebilir. Mevlana Celâlettin-i Rumi der ki; ‘Ne söylersen söyle, söylediğin karşıdakinin anladığı kadardır’. Bazı kelimler kalır karşındakinin aklında.
Boşuna sevk etmişler seni. Buralara kadar masraf etmene gerek yoktu!
Bana geç haber verdiler!
Yoğun bakımda yer yoktu, ancak hemen yer açtım, ancak yapacak bir şey kalmamıştı!
Bunu nasıl anlamamışlar!
Bu ilaçlar kullanılmaz ki!
Bu kelimelerin sonucu; bu gün diğer hekime, yarın bana…
Yok aslında birbirimizden farkımız, hepimiz bu geminin yolcularıyız…