ŞİFALI SU



Yrd. Doç. Dr. Murat KOYUNCU
[email protected]

Benim çocukluğumda doktora ulaşmak o kadar kolay değildi. Bir kere kasabaya gitmek gerekti. Şayet uzman görmesi gerekir ise daha büyük problem başlar ki şehre gitmek gerekirdi. Kasabaya bile gitmenin bir külfet olduğu, parasal sıkıntıya neden olduğu 80'li yıllarda, bir de şehre gitmek nerdeyse imkansızdı. Bir çok erkek başka şehri askerlik sayesinde görüyordu.

Hastalanınca ne mi yapardık? Tabi ki ebe anaya giderdik. Ebe ana, bademciğimizi kaldırır, düşen göbeğimizi yerine koyar, gebe takibi yapar, doğum yaptırır, pansuman yapar, iğne yapar... Kırık ve çıkılara ebe ana dokunmazdı. Onun için sınıkçıya gidilirdi. Ebe ana işin içinden çıkamaz ise 'Seninki hocalık, bir de hocaya git' derdi. Hocalar suya okur, muska yazardı. Hocanın okuduğu su şifa dağıtırdı. Hastalanıp ölenlerin nedeni ise eceldi. Bir de 'Takdiri İlahi' denirdi. Ebe anaya, sınıkçıya, muskacı hocaya kimsenin bağırdığını, 'Bu hastaya bir şey olursa sana hesabını sorarım, siz dayağı hak ediyorsunuz!' dediğini hiç mi hiç duymadım.

İlk okul bitti, kasabada akraba yanında orta okulu bitirip yatılı okula gidince, hele bu okul 'Sağlık Meslek Lisesi' olunca o zaman doktor denen, erişilmesi güç insanlarla tanıştım. Röntgen teknisyeni olacak, doktorlar gibi beyaz önlük giyecek, insanlara şifa dağıtacaktım.

Sonra tıp fakültesini kazandım ve o beyaz önlüğü giydim. Gece çalışıp gündüz okumaktan mı, yoksa aslında hiç bir cazip yönü olmadığından mı bilinmez, o beyaz önlüğün havasını hiç yaşayamadım. Pratisyen iken değerim yoktu, asistan iken değerim yoktu. Uzman oldum, hem de dünyanın en değerli uzmanı, Acil Tıp Uzmanı!

Ne uzmanısın? Acil Tıp uzmanı.

İyi de ne uzmanı? Acilde çalışan uzman.

Olsun o da bişey!

Acil Tıp Uzmanı olunca ER'de ki ya da Doktor House gibi olacağımı, önemli hastalıklara ve acil hastalara bakacağımı zannediyordum. Ancak hiç de öyle olmadı. En fazla yeşil alan hastası bakıyorum. Hem performans için hem de hasta memnuniyeti için.

Yeşil alan hastası iyi de şu grip mevsimi olmasa! 3 dakikada puanı cebine koyuyorsun. Akarı yok kokarı yok! Riski az, getirisi çok!

Ancak yeşil hastasının isteği bitmiyor. Her gelen 'Ben grip oldum, bi serum taksanız da iyileşsem / Bana bir kokteyl taksanız / Üçlü tedavi (henüz bu üçlü tedaviyi çözemedim) yapsanız' diyor. İlk zamanlar bunun grip olmadığını, soğuk algınlığı olduğunu, ilaç kullansa da kullanmasa da bir haftada iyileşeceği, istirahat ve sıvı almanın önemini, serum takmanın gereksizliğini, serum takılmasının komplikasyonlarını anlattım. Sonra bu kadar konuşmanın üzerine 'yani takmayacak mısınız?' cevabı gelince yıkımlar yaşadım. İki dakika da muayene, bir dakika da reçete ve bir dakikada da serum yazmak yerine on dakika bilgi verip, yeşil alan kuyruğunun uzamasına neden olmak mantıksız(!) gelmeye başladı.

Belli bir süre sonra soğuk algınlığı tedavim standart 'ŞİFALI SU' serum oldu. Hatta bazen içine hiç ilaç koymadığım halde 150cc sf hastayı zımba gibi yapıyordu. Ebe ananın, muskacı hocanın kemikleri sızlamıştır. Elin adamı fabrikasyon bir su üretecek ve bizim muskacı hocanın o kadar uğraşıp üflediği sudan daha fazla şifalı olacak! Akıl alır gibi değil!

Hayatın gerçekleri bu. Biz yeşil alan hastasına bakmaya devam edeceğiz, o şifalı su havalarda (damarlarda) uçacak.

Ne zamana kadar mı?

Tüm insanlara, yöneticilere ve en önemlisi siyasetçilere bilimin, kanıta dayalı tıp uygulamalarının önemini kavrattığımızda. Yani daha önümüzde çok iş var.

Çok çalışmamız lazım çook!

Bu makale 10920 kez görüntülenmiştir.

Yorumlar


Yazarın Diğer Köşe Yazıları

YAZARLAR


AYIN MAKALESİ