12.06.2013
Önce Zarar Verme
Adım Osman, ama başıma gelenlerden sonra bahtsız Osman demeye başladım. Anadolu’nun ortasında ağaçtan yoksun bozkırında gençlerin tek eğlencesi; göletlerde yüzmekti. Yazın başında berrak ve suyu fazla olan bu göletler, ağustosa doğru küçülmeye ve kirli grimsi bir renk alamaya başlar. Arkadaşlarımla birlikte yine bir ağustos sıcağında yüzmeye gittik. Her ne kadar gölet küçük de olsa bizim için bir eğlence kaynağıydı. Göletin kenarında bulunan kayaya çıkıp suya atlamak, birbirimizi ıslatmak, arkadaşı suya basmak dünyanın en eğlenceli aktivitesiydi. Televizyonda olimpiyat oyunları izlerken sporcuların havuza çeşitli taklalarla atlamalarını hep hayranlıkla izlerdim. Olimpiyat oyuncularının havuza atlaması ile seyircilerin çığlıkları yükselirdi. ‘Benim onlardan ne eksiğim var. Bende atlayabilirim.’ Derdim. İşte benim hatamla başlayıp hatalar zinciri ile takip eden, o lanet olası bahtsızlık böyle başladı.
Başka bir şehirde öğrenci olmak bazen çok zor bazen de oldukça eğlenceli. Yemeğini sen yapacaksın, bulaşığını sen yıkayacaksın, hele bir de şu soba yakmak yok mu! Ailelerimizin maddi durumu iyi olmadığı için kaloriferli daire tutamadık. Buna da şükür! Yurtta kalmaktan iyidir. Bu şehir yeni il olmuş eski bir kasaba, ancak çok hızlı gelişmiş. Üniversite kurulmuş ve fakülteler açılmış. Bence şirin ve güzel bir şehir burası. Kendimi tanıtmadım, kusura bakmayın. Adım Ayla. Tahmin ettiğiniz gibi üniversite öğrencisiyim. Yeni il olmuş bu anadolunun şirin kentinde Veterinerlik Fakültesinde okuyorum. Yarıyıl tatili başladı. Arkadaşlarım annelerinin kollarına attılar kendilerini. Bense hiç önemsemediğim kıytırık dersin bütünlemesi için gidemedim. Annem yalnız kaldığımı duyunca çıldırdı. Genç bir kız tek başına evde nasıl kalırmış! Anne yüreği işte bu. Oysa ne olacak ki!...
&
Evet, tahmin ettiğiniz gibi o hatayı yaptım ve gölete atladım. Akılsız Osman! Kafamı sert bir yere çarptığımı hatırlıyorum. Sonra vücudumdan bir elektrik geçti ve tüm vücudum ile bağlantım koptu. Yıldırım çarptı zannettim. Sonra ışığı gördüm, evet ışığı... Öldüm de cennete mi gidiyorum. Hani filmlerde ölünce gökyüzünden bir ışık gelir ve öleni alıp yükseltir ya... İşte bende öyle ışığa doğru yükseldim. Hayır, gökyüzüne yükselmiyordum, arkadaşlarım beni sudan çıkarıyorlardı. Evet, ölmemiştim, eğer buna yaşamak diyorsanız yaşıyorum işte... Sonra bir telaş, şaşkınlık, feryat figan... Herkes bir ağızdan konuşuyor, ne dediklerini kendileri bile anlamıyorlardı. Biliyorum iyi niyetliler ama acı çeken bendim. Fakat hiç gücüm yoktu 'yeterrr!' diye bağırmaya. Ahmet bana 'telaşlanma seni hastaneye yetiştirecem' dedi. Ben telaşlı değilim ama arkadaşlarım çok telaşlı. Kollarımdan ve bacaklarımdan tutup Ahmet’in arabasına koydular. Ahmet arabayı çok hızlı kullanıyordu. Arabanın her sağ sol yapışında, ani frene basılışında boynumda şiddetli bir ağrı oluyor, ben yavaş diye bağırırken arkadaşım Ali de 'aman dikkat!' diye bağırıyordu. Ahmet de sürekli 'merak etmeyin ben iyi kullanırım, hastaneye az kaldı, sabret Osman' diyordu.
Sabaha az kalmıştı ama bu sınavı geçmem lazım. Babam, kızı Aylayı bu kadar uzağa başarısız olsun diye mi gönderdi! Elbette hayır! Babam kızı Ayla ile her zaman gurur duyacak! Çok ders çalışmıştım galiba, başım dönüyor, midem bulanıyordu. Balkona çıkıp biraz hava alırsam kendime gelirim diye düşündüm. Ayağa kalkmakta bile zorluk çekiyordum. Kendimi balkona attım, temiz hava biraz iyi gelmişti, ancak hala başım dönüyordu. Balkon korkuluklarından tutunmak istedim. Sonrası mı? Ne olduğunu anlamadım!..
&
Devlet hastanesine geldik. Her ne kadar eski bir il de olsa iş alanı olmadığı için nüfusu kendi kasabasından bile azdı ilimizin. Bu nedenle küçük bir devlet hastanesi vardı. Maalesef ne üniversitesi ne de yüksek okulu vardı. Halk alışveriş için bile büyük ile giderlerdi. Bu durumda da esnaf para kazanamaz ve ilimiz yerinde saymaya devam ederdi. Ben kendimi bildim bileli bizim il aynıdır, hiç değişmez. Hastaneye giderken dua etmiştim ‘İnşallah Hamdi abi buradadır’ diye. Hamdi abi bizim köylü, köyün tüm hastaları ile ilgilenir. Babam ona ‘yarım doktor’ der. Benim sünnetimi de yapmıştı. Hatta beni kandırıp 'Sana en güzel boncuğu takacağım. Sen benim babamın adısın. Onun adı da Osman’dı.' demişti. Ben de en güzel boncuk sevdasına kuzu kuzu yatmıştım. Çok canım yanmış hatta babası Osman’a bile küfür etmiştim. Hamdi abi oradaydı ve ben onu görünce ne kadar sevindiğimi anlatamam. Hamdi abi; nöbetçi doktorun şimdi ölmüş bir adamla boşuna uğraştığını, en az yarım saat daha onunla boş yere zaman kaybedeceğini, zaten burada bana bişey yapamayacaklarını, benim hızlıca üniversite hastanesine gitmem gerektiğini, ambulansın daha yarım saat önce üniversiteye hasta götürdüğünü, geri gelmesinin en az iki saat alacağını, boşuma beklemememizi söyledi. Boyum çok ağrıyor, dayanamıyorum deyince bacağımdan bir iğne çakıp yolladı bizi. Bir de sıkıca tembih etti. 'Asla buradan geldiğinizi söylemeyin. Sonra niye aramadılar diye kızıyorlar. Arasak da yer yok diyip kabul etmiyorlar. Sonra dört beş saat hasta burada boşuna bekliyor. Buradan geldiğinizi söylerseniz size de kızıp doğru dürüst bakmazlar. Sakın ola buradan geldiğinizi söylemeyin. Yakın bir yerden geliyoruz dersiniz' diye sıkı sıkı tembihledi. Babamı arayıp kaza yaptığımızı, üniversiteye gittiğimizi anlattım. Adamcağız telaşından ne diyeceğini şaşırdı...
Gözümü açtığımda bir arabaydım. Dolmuş gibi bişey!.. Sonradan anladım ambulanstaydım. Kolumda serum vardı, boynumda canımı yakan sert bir şey, sırtımda yine can yakan sert bir sedye... Galiba bana işkence yapmaya götürüyorlardı. Gözümü açtığımı görünce sorulara başladılar, ahret sorularına... Adımın Ayla olduğunu, 22 yaşında olduğumu, gece ders çalışırken başımın dönmesi üzerine balkona çıktığımı, hiç bir ilaca alerjim olmadığını, tetenoz aşısını en son lise sonda yaptırdığımı anlattım. Boynumdakileri çıkartmaları için yalvardım, çünkü nefesim daralıyordu. Olmaz dediler, boynumda kırık olabilirmiş. Yalvarmam kar etmedi. Kendilerinin att olduklarını, balkondan düştüğümü söylediler. Att ne demek anlamamıştım, çok da umurumda olmamıştı. Her tarafım ağrıyordu, üstelikte sırtımda sert bir sedye, boynumda nefesimi kesen bir alet, burnumda bir işe yaramayan oksijen geldiğini söyledikleri bir hortum. Sonra biri telefonunu aldı. Ben burada can çekişeyim sen telefonda muhabbet et diye söylenmiştim. Ama hastaneyi aradı. Sonradan öğrendim; beni bulduklarında şuurum kapalı imiş ve sonra açılmış. Bu nedenle beyin kanamasından şüphelenmişler. Akciğerimde hava patlaması ihtimalini söylemişler. Hastane de bu bilgiler ışığında hazırlık yapıyormuş. O att’leri bir daha görmedim. Görsem o gün söylediklerim için binlerce kez özür dilerdim. Niye mi? Anlatacağım...
&
Bir buçuk saatlik yol bir yıl gibi gelmişti. Kolumu bacağımı oynatamıyordum. Aklıma lisedeki tarih hocası gelmişti. Bana kızdığı zaman kütük Osman derdi. Şimdi tam kütük olmuştum. Kendimle dalga geçmek iyi gelmişti. Gülümsediğimi hatırlıyorum. Ahmet arabayı o kadar çok hızlı kullanıyordu ki kaç defa kaza atlatmıştık. Hamdi abinin yaptığı iğne de bir işe yaramamıştı. Hala boynum çok ağrıyordu. Sonun da alışverişe bile buraya geldiğimiz ilin üniversite hastanesine gelmiştik. Acil serviste ki doktor çok sinirliydi. Beni görünce bağırıp çağırmaya başladı. Vay niye ambulans çağırmamıştık, niye devlet hastanesinde boyunluk takılmamıştı, niye haber verilmemişti, vesaire vesaire... Hamdi abi haklı diye düşündüm. Keşke diğer ilden geldiğimizi söylemeseydik. Ağzımdan kaçırmıştım. Sonra hemen bir boyunluk taktı. Taktığı boyunluk canımı acıtıyordu. Sırf benim canımı yakmak için boyunluğu taktığını düşünmüştüm. İyi ki Hamdi abi takmamış diye sevinmiştim. Doktor sinirli olduğu için çıkarın da diyememiştim.
Devlet hastanesine gelince bizi hemen içeri aldılar. Allahtan etrafta fazla hasta yoktu. Daha sonra öğrendiğime göre çok hasta olsa da önce benimle ilgilenirlermiş. Bu arada nefesim iyice daralmaya başladı. Bana bakan doktor hanım küçük çıtı pıtı bir kızcağızdı. Bundan doktor mu olur diye düşündüm. Eyvah dedim kendi kendime. Daha yaşlı tecrübeli bir doktor yok muydu ki. Of Allah’ım! Ne şansızım ben diye hayıflanmıştım. Doktor hanıma da ders çalışırken başımın döndüğünü, balkona çıktığımı, sonrasını hatırlayamadığımı, gözümü açınca bu att’leri gördüğümü anlattım. Hemen ‘Ev sobalı mıydı?’ diye sordu. Evet, sobalıydı, ne önemi var ki? Belki bu çıtı pıtı doktor bana acır, insafa gelir diye boynumdakinin canımı çok yaktığını nefesimi daralttığını, çıkarmasını istediğimi söyledim. Ama nafile! Bu doktor da insafsız çıkmıştı. Hızla muayene etti ve akciğer filmine götürdü, film odasına benimle beraber gitti ve hızla beni odaya geri aldı. Sonra kalın bir hortumu ciğerime soktu. Dedim ya; insanın görünüşüne aldanmayacaksın! Bu doktor çok acımasız çıktı. Ama o kalın tüpten sonra nefesim biraz düzeldi. Bileğimden kan aldı. Canımı yakmak için her şeyi kullanıyordu bu cadı doktor. Yanındakilere karbonmonoksit zehirlenmesi dediğini duyar gibi oldum, ama soba hiç tütmemişti ki. Bunları düşünürken kendimi kaybettim.
&
Babam bu bahtsız Osman'a daha iyi bakabilmek için buradan ev aldı. O belalı yere kasabamıza dönmeyeceğiz. Uzun bir süre fizik tedavi almam gerekiyormuş. Boyun kemiğim kırılmış. Boyunluk takılmadığı içinde omurilik hasar görmüş. Ayaklarım tutmuyor. Elimi de çok az kullanabiliyorum. Bir akülü sandalyem oldu. Büyükşehir Belediyesinden hediye ettiler. Acildeki doktor boyunluk takmadılar, ambulansla göndermediler diye kızması ne kadar doğruymuş! Eğer zamanında boyunluk takılsa ve karga tulumba taşınmasam felç kalmayabilirmişim. Keşke orada beklesem ve ambulans çağırsaydık. Ama nafile artık. İş işten geçti. Bundan sonra insanlara ilk yardım öğretmek için elimden geleni yapacağım. Gerçi elimden gelen ne kadar olacaksa. Her arkadaşıma boyunluğun önemini anlatacağım. Yaralıya nasıl müdahale edilir? Ne yapılmaması gerekir anlatacağım. Yarın yerel bir televizyonda başıma geleni anlatacağım. İlk yardım önemini anlatacağım. Acildeki doktor abi de olacak. Ben yandım bari başka Osmanlar yanmasın... Burada öğrendim. Latincesine dilim dönmüyor. ÖNCE ZARAR VERME!
Bu gün yoğunbakımdan çıkıyorum, serviste biraz daha kalacağım. Yirmi gündür buradaymışım. Annem biricik kızı Ayla’yı hiç yalnız bırakmadı. Gözü yaşlı hep kapıdaydı. İlk defa babamı gözü yaşlı gördüm. Ambulansın ilk götürdüğü Devlet Hastanesindeki çıtı pıtı, beğenmediğim doktor hanım hayatımı kurtarmış. Akciğerimde hava patlaması varmış ve o yüzden ciğerime kalın hortumu sokmuş. Gerçekten sobadan sızan gazdan zehirlenmişim. Kanımdaki bir değer çok yüksek çıkmış. Bayıldığım için balkondan düşmüşüm. Birde beyin kanaması varmış, adını bile öğrendim; eppidorral diyorlar. Tehlikeli bir kanamaymış. Ayrıca boyun kemiğimde kırık varmış. Boyunluk sayesinde felç olmaktan kurtulmuşum. Doktor hızla yakın bir büyük ildeki üniversite hastanesini arayıp bilgi vermiş. Beni yine ambulansa koyup buraya göndermişler. Tüm bilgiler ve filmlerim olduğu için burada hiç bekletilmeden ameliyata alınmışım. Şimdi ambulanstaki att’lere kızdığım için, devlet hastanesindeki doktor hanıma cadı dediğim için utanıyorum. Annem att'lere, acildekilere, doktorlara yoğunbakım çalışanlara sürekli dua ediyor. Burada 18 yaşında bir çocuk var, adı Osman. O kendine Bahtsız Osman diyor. Zavallının işi hep ters gitmiş. Sadece boyun kırığı varmış ve tamamen felç olmuş. Onu görünce bir daha şükrettim. Hastaneyi o kadar çabuk bırakmayacakmışım. Bacaklarımdaki hafif uyuşukluk için fizik tedavi görmem gerekiyormuş. Olsun ben memnunum. Burada birçok arkadaşım oldu. Annemin dediği gibi, ‘Allah bizi hastaneye düşürmesin, ne de hastanesiz bıraksın’.
Uzm. Dr. Murat Koyuncu Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniği İSTANBUL