İhtisasa başladığım ilk günlerdi, bitmek bilmeyen gece nöbetlerinde sabaha karşı gelen kahvaltıyı gece personeliyle birlikte yapardım. Birlikte içtiğimiz bir demli çay hem yorgunluğumuzu alır ve hem de hep birlikte yaptığımız işin dışında kısa da olsa bir zaman dilimini paylaşmamızı da sağlardı. Hani derler ya ‘tuz ekmek olmak’ öyle işte.
Bu çay içimlerinde tanıdım O’nu. Yüzündeki hüzün hiç gitmedi o günden bugüne. Hep bir yanı eksikti bu hayatta sanki faili meçhul.
Geceleri, sabaha karşı mesaj yazıyordu cep telefonundan. Hep dikkatimi çekerdi de bir gün takılı verdim:
—‘Ne o bir de çapkınlık mı? Yuh sana…’
—‘Yok, Murat hocam, buradan çıkınca iş varsa hale hamallığa gidiyorum da sabah beni unutmasınlar diye mesaj yazıyorum.’
Dedi de beynimden vurulmuşa döndüm.
Kendimden utandım.
Sabah temizliğinden sonra koşar adım günlüğü 15 liraya halde hamallık.
Bayrama yakın günlerden biriydi. Baktım yine o.
Elinde kocaman bir siyah poşet, içinde çocuk oyuncakları.
—‘Hayırdır oyun parkına salıncakta sallanmaya mı?’ dedim
—‘Yok, abi, bayramda mahalle arasında satış için’ dedi
Sonra o bayram ertesi bir akşam, elimde tabanca, tüfek oyuncaklarla eve gittiydim de, eşimle tartıştık. Efendim neymiş de iki yaşındaki çocuğa şiddet aşılıyormuşum. Oysa ben bizimkinin bayram ticaretinden ettiği zararı karşılamak için almıştım onları. Tüfeklerden biri kırılınca bütün kar gitmiş boyunu bükük duruyordu öyle mahsun. Alıverdiydim bende.
Eşime diyemedim, ne bunu ne de hayatın kendisinin gerçek bir şiddet olduğunu. ‘Hem de öyle oyuncak tüfekle öğrenilemeyen çıplak ve acımasız bir şiddettir yaşam kimleri için.’ diyemedim.
Uzun süre böylece akıp gitmişti hayat kimilerimiz için hep.
* * *
Derin bir saygı besledim ona için için. Kimi zaman içimi burkacak kadar hüzünlerdi beni.
Yüzünde o hep acı gülüş. Konuşması hep aynı tondaki sessizliğiydi yoksulluğun.
Kimi zaman hamallık, kimi zaman oyuncak. Türk filmlerindeki arabesk hüzün değildi onun ki gerçek bir tatsızlıktı hayat.
Bir gün ağlayarak geldi nöbete. Arkadaşları dalga geçiyordu gülüp eğleniyorlardı onunla.
Hayırdır dedim de, sektörel değişiklik yapmış bizimkisi artık sigara satıyormuş, kamyonculardan alıp karton karton. O gün yine bir karton sigara almış. Yolda gelirken biri çıkmış önüne ‘dur polis’ demiş de elinden almış garibimin. Gitti diyor sermayem, çocuğumun ekmek parası gitti. Dolandırmışlar garibi.
Sıkma diyorum canını ya gerçekten polis olsaydı? Belli mi olur du belki de bir karton sigara için kaçakçılıktan yatardın ?
Olur mu? Diyorlar diğerleri ona moral vermek istediğimi bildikleri halde. Olur mu olur diyorum, burası Türkiye.
***
Hasılı kelam göğüs göğse bir ekmek kavgasında, en azından ayakta kalmaya çalışan bizim çocuklar, karın tokluğuna bile razıyken bu dünyada, yine hayat çok gördü onlara bunu.
Yarı aç yarı tok geçen günler otobüs parasına kıyamayıp yırtık ayakkabıyla yürünen yollar çocuklara üst baş kim bilir belki defter kitap… Hayır, bütün bunlar çok size…
***
Ve nihayet bu Ramazan ayında, şirket personeli diye anılan bizim taşeron şirket çalışanı arkadaşlarımızın aylıkları ödenmedi. Neden mi?
Hastane idaresi yükümlülüğünü yerine getirip maaşları yatırdığı halde, şirket yetkilileri parayı alıp gitmişler iyi mi?
Bizimki yine dolandırıldı işte kaderi bu. Şimdi hepimiz çokbilmiş laflar edebiliriz.
İhale,
Şartname,
Teminat mektubu,
Banka v.s
Polis,
Adliye,
Ve adalet mülkün temeli.
Mülkü olmayana adelet neylesin?
***
Ne diyeyim?
İnsanları asgari ücretle çalıştırıp, yılda bir kez girdi çıktı yapan, sosyal güvencesi olup iş güvencesi olmayan bu taşeron düzeni ve bu düzenin icatçıları ve bilumum katkı sağlayanları taş olsun. İyi mi?