Değişmez mi?



Prof. Dr. Başar CANDER
[email protected]

Alışkanlıklar nasıl değişir? Veya hayatımızda değiştiremediğimiz şeylere karşı tavrımız nasıl olmalı? Bunlarla yaşamayı öğrenmeli miyiz? Ya da değiştirmek için çaba sarf etmeye devam etmeli miyiz? Bu çaba nereye kadar sürecek? Bir başka önemli nokta da neden değişmiyor? Tüm çabalarımıza rağmen…

İnsanın mesleği, yaptığı iş hayatının çok önemli bir kısmını oluşturuyor. Bunu bir düşünelim, günlük hayatımızda işimiz ne kadar önemli? Herhâlde hayatımız tamamen işimize bağlı şekilleniyor. Yirmi dört saatimizin büyük kısmını, nasıl yaşayacağımızı işimiz belirliyor. Bu ne kadar doğru bilemem ama gerçek, mesleğimizin ve işimizin bizi yönettiği. Hayat planlarımızın tamamı iş ve meslek hayatımıza göre şekilleniyor. Bu konu sağlık çalışanlarında, özellikle hekimlerde daha belirleyici. Bir araya geldiğimizde dahi hep işimizle ilgili sohbetler yapıyoruz. Hele karşılaştığımız hemen herkes bir şekilde sağlık sorununu dile getiriyor. Lokantada, asansörde, stadyumda eğer doktorsanız bir süre sonra sağlık problemiyle ilgili sorularla karşılaşıyorsunuz. İş hayatı bu kadar dominantken,  çalıştığınız ortam sorunlu ise bundan başka konularla uğraşmak gerçekten zor.

Acil tıp çalışanları açısından mesleğin yaşantınıza etkisi çok daha dramatik oluyor. Haftanızı, 24 saatlik günlük yaşam ritminizi, aylık planlarınızı da hep iş hayatı belirliyor, dahası günlük biyoritminiz bile buna göre değişiklik gösteriyor. Çalışma şartları biyolojik olarak böyleyken bir de çalıştığınız ortamda olmaması gereken problemlerin bulunması farklı etkiler doğuruyor.

Şimdi, bu ortama bakalım:

Birinci anormallik: Hayatın normal akışına uymayan şekilde ve sayıda hasta başvurusu. Birçok ülkeye kıyasla çok fazla sayıda hasta acil servise başvuruyor. Ne zamandan beri bu böyle? Bunu yıllar boyunca çok değişik yer ve zamanlarda dile getirdik. Peki, sonuç değişti mi? Değişmiyor!

İkinci anormallik: Acilde bu kadar hasta başvurusu varken çalışan personelin sayısı ve niteliği. Hemen her acil serviste bu sorun karşımıza çıkıyor. Bunu 2000 yılında yazdığım ilk makalemde de dile getirmiştim. Aradan on beş yıl geçti. Değişmiyor!

2012 yılı Temmuz ayında Virgina Üniversitesi acil servisinde gözlemci olarak bulunuyordum. Telsizden anons geldi. Travma hastası gelecek, diye. Resüsitasyon odasında büyük bir hareketlilik vardı. Sorumlu doktor benim de görmemi istedi müdahaleyi. Herkes mavi “disposble” önlük giydi, bone, gözlük ve maske taktı. Ben herhâlde çok ağır bir vaka gelecek, herkes hazırlanıyor, diye düşünmüştüm. Sedyeyle getirilen travma hastasının şuuru açık, GKS 15 idi, kot fraktürü şüphesi vardı. Resüsitasyon odasında kaç kişi var, diye saymıştım. Tam 17 kişi idi. Bunlar arasında travma ekibi dışında hasta bakıcısından sekreterine, sosyal hizmet uzmanına kadar herkes vardı. Tabii bu sadece bir kesit olarak aklımda kaldı. Her zaman bu kadar personeli bulabiliyorlar mı bilmiyorum ama aramızdaki temel farklardan biri, çalışan personel sayısı. Buna bir de niteliğini eklemek lazım.

Bir diğer anormallik: Acil servislerin hasta yakınlarıyla dolup taşması. Bir hastanın başında aile fertlerinin önemli bir kısmı bekliyor. Muayene olacak hastanın başında. Zaten kalabalık olan acil servislerde bir de hasta yakını problemi var. Peki, gelişmiş ülkelerde durum nasıl? Yine Virginia’dan örnek vereyim; içeri girip beklemeniz imkânsız. İlk günlerde kimlik alamamıştım. Kimliğim olmadan klinikte olduğum günler defalarca içeride bulunan polisle muhatap kalmak zorunda kaldım. En sonunda nöbetçi doktor yakama “misafir doktor” diye yazdı. Biz de ise durum değişmiyor.

Ve şiddet! Neler geldi başımıza neler. Şiddetin her türlüsüne maruz kaldı doktorlar. Önlemek için tedbirler alınmaya başlandı. TBMM’de komisyonlar kuruldu. Biz de onurla Meclis’te raporlar verdik, sunumlar yaptık. Her saldırıyı defalarca birlikte kınadık. Bir şey değişti mi?

Son olarak, tüm iyileştirmelere rağmen hâlâ TUS’ta boş kalan acil kadroları. Acil serviste hizmet vermeyi bir avuç köyün delisi, isimsiz kahramana bıraktık. Kadrolar boş kaldı. Bu da değişmedi!..

Neden mi?

Bu yazı 04.01.2016 tarihinde Medimagazin'de yayımlanmıştır.

Bu makale 6593 kez görüntülenmiştir.

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapmalısınız.

7.02.2016 08:39:21 Ökkeş Taha Küçükdağlı
Değişmeyecek hocam !

Yazarın Diğer Köşe Yazıları

Köşe YazısıTarih
Acil Tıp ve Yan Dalları 09.05.2016
Mustafa Koç'un ardından 23.02.2016
“Yalancı Profesör” 26.01.2016
Yeniden İlk Aşk 17.11.2015
Seçim Sonuçlarında Roller 16.06.2015
Zübük 06.04.2015
Acil TV 09.03.2015
Sosyal Facia 09.02.2015
Ne Zaman İstifa? 12.01.2015
Güven Bana 15.12.2014
Nerede Yanlış Yapıyoruz? 01.12.2014
Bakış Açısı 22.09.2014
Taşlar Oturmuyor 01.07.2014
Yılan Hikayesi 02.06.2014
Liderlik... 26.03.2014
Binalar Tamam da… 24.02.2014
Koltuk Belası 29.01.2014
Olacağı Belliydi 31.12.2013
Ahlaklı Nesil 03.12.2013
Kim Olmak İster? 04.11.2013
Nöbet Bilmecesi 21.06.2013
Acil Tıp ve SGK 11.04.2013
Şeffaflık ve Kayıtlar 26.03.2013
Şeytan Taşlamak 25.03.2013
Acil Servis Yükü ve Kritik hastalar 01.03.2013
İade-i İtibar 04.02.2013
On Yıl Geçmiş 09.01.2013
Yeter! Bizi Rahat Bırakın! 04.12.2012
Esaretin Bedeli 05.11.2012
Asistan Arkadaşımızın Vefatı 08.10.2012
Avrupalı Acilciler Türkiye'de 03.09.2012
Şiddet ve Sezaryen 04.06.2012
Üniversitede Seçim mi, Skandal mı? 07.05.2012
Kaht-ı Rical 02.04.2012
Paramparça 06.03.2012
Başhekim mi, Holding Yöneticisi mi? 09.01.2012
Platini Haklı mıydı? 05.12.2011
Bu Ne Şiddet! 15.11.2011
Nerdeyiz? 26.04.2011
YAZARLAR


AYIN MAKALESİ