İdare etmek bir sanattır. Aynı zamanda bilimsel bir konudur. Başka bir boyutu da ahlaktır. İdare hayatımızın her anını etkileyen, planlayan, hayatımıza yön veren önemli bir parçamızdır. Düzenli kuralların yerleştiği, sistemlerin oluştuğu birimlerde idarenin etkinliği kişisel olmaktan çıkmaya başlar. Bunu birçok alanda görebiliriz. Planlama iyi ise sistem düzgün kurulmuşsa, olması gereken şeyler kurallara bağlanmışsa, sistemin çalışması ve başarısı da bununla bağlantılı olarak gelişir.
Tarih boyunca düzenli yönetim anlayışı olan ülkeler başarılı olmuşlardır. Bu yüzden liderler ve adı başarıyla anılan kişiler genellikle iyi sistemleri kuran kişilerdir. Tabii birçok zaman başarılar kişiye bağlı olarak da meydana gelebilir. Sıra dışı yetenekleri olan, çağın önde gelen karakterleri kitleleri arkalarından sürükleyerek de büyük başarılar elde etmişlerdir. Ancak bunlar eğer sistemik bir yapıyla olmamışsa ve sistem kurulmamışsa kişiye bağlı olarak başarılar gerçekleşir, sonra da yok olur gider. Bu yüzden önemli olan, yöneticilerin kendileri olmadan da başarıların devam edeceği sistemler kurmasıdır.
Yaşadığımız toplumda sistematik bir başarıdan söz etmek, en azından yakın geçmişimize kadar pek mümkün görülmüyor. Bunun yansıması olarak sistemsizlik her yerde her alanda karşımıza çıkıyor. Bu durumda ister istemez idareciler ve bunların yetenekleri, aynı zamanda karakterleri ön plana çıkıyor. Kişi iyi bir idareciyse, ahlaklıysa, ufku açık ve ileriyi görebiliyorsa birimler başarılı oluyor, yoksa kaçınılmaz bir şekilde içinden çıkılmayacak hâle gelebiliyor her şey. Sonuç olarak, sanırım ülkemizde kişiye bağlı yönetim anlayışı öne çıkıyor. Bu durumda herhangi bir yerin idarecisinin kişiliği, yeteneği birçok kişinin hayatını etkiliyor.
Gaziantepspor bir zamanlar ligin en güçlü takımlarındandı. Büyüklere kök söktürürdü. Her yıl bu böyle devam ederdi. UEFA’da ülkemizi temsil edecek kadar da başarılı olmuşlardı. Bu dönemde hemen her yıl teknik direktör değiştirirlerdi. Ama aynı başarı devam ederdi. O zaman başkan bunu şöyle açıklamıştı: “Bizde teknik direktörün takıma katkısı ancak yüzde 10’dur. Yani sistem iyi işliyorsa teknik direktörün kim olduğu çok önemli değil. Nitekim İspanya Milli Takımı’nda da, Barcelona’da da bunu görebiliyoruz. Kim gelirse gelsin sonuç değişmiyor: Sistemin Başarısı!
Maalesef sağlık sektöründe de, üniversitelerde de henüz sistematik başarılar elde edilmiş değil. Etrafımızdaki idarecilere bakıyorum. Neredeyse gece gündüz ailelerinden, özel hayatlarından fedakârlık ederek çalışıyorlar. Herkes o kadar meşgul ki, oturup derdimizi anlatacak birilerini bulmakta bile çok zorlanıyoruz, nerede kaldı o dertleri çözmek! Herkes bu kadar çok çalışıyorsa, neden daha büyük iyileşmeler olmuyor da hemen her alanda büyük problemler yaşıyoruz?
Tabii bir de idareciliğin bir okulu yok. Yönetim dersleriyle vs. olmuyor bu işler. İhya’da ilimler karşılaştırılırken dünyevi ilimler arasında siyaset ilminin üstünlüğünden bahsedilir. Çünkü siyaset ilminin sonucu toplumların hayatıdır, denir.
Sistem yok. İdarecilerin yeteneğine, aynı zamanda ahlaklarına bağlıyız. Maalesef bu konuda eğitici bir müessese de yok.
Bir de işin erişebilirlik tarafı var. Daha önce görüştüğümüz, tanıştığımız bir kişi koltuğa oturunca ulaşabilirsen ulaş! Tabii bir de koltukta oturan aynı kişiyse... Ya da gizli saklı bir karakter ancak koltuğa oturunca ortaya çıkıyorsa…
Her idareci aynı değil, gerçekten çok başarılı, iyi niyetli üretmeye çalışan aynı zamanda mütevazılığı değişmeyen çok kişi var. Ancak kişiye bağlı sistemlerle bu işler yürümemeli, kimin hangi makama oturduğu bizi ilgilendirmemeli, işini yapan herkes herhangi bir kaygı yaşamamalı. Bir de, kimin hangi makama nasıl uygun görüleceği, neden tercih edildiği aşikâr olmalı ve yapılanlar, uygulamalar şeffaf olmalı, kimse de soru işareti kalmamalı. Özellikle geldiği makam duygusal davranışlardan beri olmalı.
“Bu adamı ben sevmezdim elime düştü.” saikıyla hareket edilen bir yönetim nasıl sistemli hâle gelir veya başarılı olur ki!