Bu Ne Şiddet!



Prof. Dr. Başar CANDER
[email protected]

Aslında hepimiz farkındayız, birçoğumuz öyle veya böyle maruz kalıyor. Evde, iş yerinde, hastanede, trafikte. Trafikte bu sorunun nasıl büyük olduğunu daha rahat gözlemleme şansına sahibiz. Ufak bir hata veya anlaşmazlıkta nasıl tepkilerle karşılaşıyoruz. Yani bu sadece sağlık personelinin sorunu değil. Ama hastanede, hele acil serviste o kadar yaygınlaşıyor ki bu sorun. Ancak, sağlık personeli ne için çalışıyor diye düşündüğümüzde bunun hiçbir kültüre, anlayışa, etiğe sığmadığını daha rahat anlıyoruz.

Sağlık kadar büyük nimet yok, demiş bazı büyüklerimiz. Siz bir insanın sağlığına kavuşması için çaba göstermeyi bir meslek edineceksiniz, üstelik çoğu zaman bunun maddi bir karşılığı da olmayacak, ama bu dünyanın en büyük nimetlerinden birini sunmaya çalıştığınız kitle size şiddet uygulayacak. Bunun gerçekten sosyal ve psikolojik olarak ciddi bir analize ihtiyacı var. Teşbihte hata olmaz, ama hayvanlar bile kendilerine iyilik yapanlara iyi davranır. Peki nasıl oluyor da birçok ahlaki değerlere Batı toplumlarından daha fazla duyarlı olduğunu düşündüğümüz, inandığımız toplum böyle davranacak bir hale geldi?

Toplumda öyle bir algı oluşuyor ki, sanki hastanede ve özellikle acil servislerde hizmet veren sağlık personeli, kötülükleri kendinde toplayan insanlardan oluşuyor. Sanki tıp fakültesini kazanmak için sınavlarda kötü olma özel şartı aranıyor! Biz orada hastalara kötülük yapmak için varız! Hastaları bekletince mutlu oluyoruz! Hastamızın sağlığına zarar gelince bu bize zevk veriyor… Bu nasıl bir anlayıştır? Gelen hasta yakınları “Bu doktor hastama iyi bakmayacak”, “Bu doktor bizi bekletecek”, “Doktor müdahale etmeyeceği için hastamı kaybedeceğim” gibi düşüncelerle geliyor. Neden?

Bunun değişik nedenleri olabilir. Stres, kalabalık ortam ve bilgisizlik bunda rol oynayabilir. Ancak bunun altında bir kısım medyanın çok önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Hatta bir kısım medya değil, her çeşitten her gruptan medya kuruluşunun bu tavırda birleştiğini görüyoruz. Taraflı bir bakış açısıyla doktorlardan bilgi almadan direkt yargısız infazla doktorları suçlayarak, mahkûm ederek yapılan haberler maalesef sağlık haberlerinin asıl çoğunluğunu oluşturuyor. Medyanın gücü malum. Bir anda bütün Türkiye’ye sizi kötü olarak tanıtmış oluyor, sonra kendini temizle temizleyebilirsen. Eşeğin ipini gevşetince olan olaylardan sonra, ben ne yaptım ki, pişkinliği maalesef medyamızda yaygın. “Bunun suçu da mı bizde?” diye bir de üste çıkıyorlar. Basın özgürlüğü adı altında yapılmayan halt kalmıyor. Biz değil Başbakan da çok muzdarip bu durumdan, ama bir türlü bir şeyi yapmıyor: Basın özgürlüğü önemli, katılıyoruz hepimiz, basın da çok önemli. Bunu günümüz Türkiyesi’nde kabul etmeyen yoktur. Ancak bu özgürlük doğru olmakla sınırlı olmalı. Nasıl mı? Hakkımızda haber yapabilirsiniz. Tamam. Ancak bu haberin doğru olmadığı ispatlanırsa ne oluyor? Küçük veya büyük kimsenin ilgilenmediği bir tekzip metni... Sonra da uğraşırsan onlar için önemi olmayan bir tazminat. Ama eğer yalan haber yaptığı ispatlanırsa medya çok önemli bir miktarda parayı, örneğin; yalan haber yaptığı günkü tüm ücretini, kazancını mağdur şahsa öderse o zaman yalan haberden eser kalmaz memlekette. Basın da sonuna kadar özgür olur, ama özgürlüğü doğrulukla sınırlanır. Kimseyi yanıltamaz.

Basiretli bir gözle basını inceleyen ferasetli insanlar basının ne yaptığını çok iyi görebiliyor. Düşünün ki, her yerde “Hastane hastane dolaştı, kimse bakmadı”, “Sedyeden düştü öldü”, “Para almadan ameliyat etmedi” gibi haberleri sürekli duyuyorsunuz, sonra acile gidiyorsunuz stres içinde, orada biraz beklediğiniz anda dahi bütün negatif düşünceler beyninize sıçrıyor. Karşınızdakini bir iyilik meleği olarak değil, size ve hastanıza her an kötülük yapabilecek potansiyel tehlike olarak görüyorsunuz. Sonrası malum…

Yıllar önce yine bir kurban bayramı arefesinde yıllık izin almıştım (bayram izni de değil) O zaman Sağlık Bakanlığındaki tek acil tıp uzmanıydım. 365 gün 24 saat görev yapyordum. Hatta bu yüzden tabip odası yılın doktoru ödülü vermişti. İzindeyken sabah telefonum çaldı, öyle acı çaldığını insan hisseder. Başhekim yardımcısı, benim de sevgili arkadaşım Aytekin Kaymakçı arıyordu. Durumumu sordu. Sonra “Şu gazeteye baktın mı?” dedi. Ben “Hayır neden?” diye sordum. “Bir haber var ama konu seninle ilgili değil, üzülme” dedi. Tabii artık durabilir miyim? Gittim, gazeteyi aldım. Sekiz sütun manşet “Doktor izinde, Azrail nöbette” Bir hasta ölmüş ve bunu benim izinde olmama bağlıyorlar. Hemen olayı araştırmaya başladım. Göğüs servisinde bir hasta arrest olmuş. Nöbetçi doktoru çağırmışlar. Hastaya müdahale etmiş, ama kurtaramamış. Bu arada hastanede duran gazeteci, telefonla doktorumuzu arayıp “Ne oldu?” diye soruyor. Bizim sevgili doktorumuz “C. hastayı kaybettik, şöyle şöyle” diye anlatıyor. Sonra da beni çok sevip beğendiğinden de ekliyor. Başar Bey olsa hastayı kurtarabilirdi. Kendini tanıtmayan, sonra dost olduğumuz bayan gazeteci soruyor “Başar Bey nerede?” İzinde olduğum söyleniyor. Ertesi gün 8 sütuna manşet. Ben yıllık izindeyim. Hasta benim hastam değil. Zaten yapacak bir şey de yok. Yaşlı terminal dönem bir hasta. Tabii sonra bütün yayınlar… yerel televizyonlarda bir hafta boy boy haber oldum. Tazminat davası açtım. Avukatım da, şimdi CHP Milletvekili olan Sn Atilla Kart. Davayı kazandım. Tekzip yayınladı gazete. Bir iki sütun. İnternette ismimle arama yapınca hâlâ o tekzip çıkar. İşte böyle.

Sadece sağlıkta değil, diğer birçok şiddet olayında medyanın etkisi var. Dizileri takip edenler bunu bilir (‘Hastam ölürse sen de ölürsün doktor!’ repliğini duymuşsunuzdur. Umarım bunu vatandaş okumuyordur).

Tabii birçok faktör var, sadece medya değil. Yetkililerin doktorlar hakkında oluşturduğu ön yargının da ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor. Bunun da en az medya kadar etkin olabileceğini düşünmek gerek. Bu, aslında birçok yönden uzun uzadıya tartışılacak bir konu, umarım daha fazla bir şeyler yazmamıza gerek olmaz.

Sağduyulu ve hoşgörülü bir toplum olma dileklerimle.

 

Prof. Dr. Başar CANDER

 

Bu makale Medimagazin de yayımlanmıştır.

Bu makale 11595 kez görüntülenmiştir.

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapmalısınız.

4.12.2011 22:01:19 Umut Çavuş
Allah korusun ama biz de şehit vermeden önce umarım bu kötü gidişat düzelir
7.05.2012 01:50:47 RECEP DURSUN
hocam bir an kendimi gördüm (yılın doktoru,manşetlere çıkma,,sonra tekzip yazısı falan,)Allah kuru iftiradan medyanın ve şeytanın şerrinden korusun.....

Yazarın Diğer Köşe Yazıları

Köşe YazısıTarih
Acil Tıp ve Yan Dalları 09.05.2016
Mustafa Koç'un ardından 23.02.2016
“Yalancı Profesör” 26.01.2016
Değişmez mi? 04.01.2016
Yeniden İlk Aşk 17.11.2015
Seçim Sonuçlarında Roller 16.06.2015
Zübük 06.04.2015
Acil TV 09.03.2015
Sosyal Facia 09.02.2015
Ne Zaman İstifa? 12.01.2015
Güven Bana 15.12.2014
Nerede Yanlış Yapıyoruz? 01.12.2014
Bakış Açısı 22.09.2014
Taşlar Oturmuyor 01.07.2014
Yılan Hikayesi 02.06.2014
Liderlik... 26.03.2014
Binalar Tamam da… 24.02.2014
Koltuk Belası 29.01.2014
Olacağı Belliydi 31.12.2013
Ahlaklı Nesil 03.12.2013
Kim Olmak İster? 04.11.2013
Nöbet Bilmecesi 21.06.2013
Acil Tıp ve SGK 11.04.2013
Şeffaflık ve Kayıtlar 26.03.2013
Şeytan Taşlamak 25.03.2013
Acil Servis Yükü ve Kritik hastalar 01.03.2013
İade-i İtibar 04.02.2013
On Yıl Geçmiş 09.01.2013
Yeter! Bizi Rahat Bırakın! 04.12.2012
Esaretin Bedeli 05.11.2012
Asistan Arkadaşımızın Vefatı 08.10.2012
Avrupalı Acilciler Türkiye'de 03.09.2012
Şiddet ve Sezaryen 04.06.2012
Üniversitede Seçim mi, Skandal mı? 07.05.2012
Kaht-ı Rical 02.04.2012
Paramparça 06.03.2012
Başhekim mi, Holding Yöneticisi mi? 09.01.2012
Platini Haklı mıydı? 05.12.2011
Nerdeyiz? 26.04.2011
YAZARLAR


AYIN MAKALESİ