Yakışmıyor!
Her yönden gelişen, değişen veya öyle olduğu düşünülen ülkemize yakışmıyor.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyinde en önemli noktalardan biri, bilime verilen önemdir. Gelişmiş ülkeler bu konumlarını büyük ölçüde bilimsel ve teknolojik gelişmelere borçludurlar. Her ne kadar bilimden aldıkları bu gücü meşru olmayan birçok alanda kullanarak, sömürgeleştirerek kullanıyorlarsa da bu güce bilim ve teknolojiyle ulaşıyorlar.
Bilimin önemi yüzyılımızda oldukça belirgin derece artmıştır, ancak tarih boyunca büyük ve güçlü devletler bilime verdikleri önemle paralel bu yapılarını oluşturmuşlardır.
Bizim tarihimizde de Selçuklular’da bilime çok önem verilmiş, toplumun altyapısı bununla inşa edilmiştir. Dolayısıyla Selçuklular’dan sonra gelen Osmanlı İmparatorluğu da bu yapının üzerine büyük başarılar elde ederek dünyayı yönetmiştir. Ne zamanki bilime verilen önem azalmış, İmparatorluk gerileme dönemine girmiş ve sonunda da yıkılmıştır. O dönemlerde bilime önem veren toplumsal altyapı da sağlam olmadığından Cumhuriyet Dönemi’nde de istenilen güce bir türlü ulaşılamamıştır.
Son dönemlerde yaşadığımız değişim ve gelişmelerde acaba bilimsel yapıya ne kadar önem veriyoruz? Toplumda bilimsel gelişimi sağlamak için neler yapıldı?
Burada en önemli fonksiyon ve sürükleyici güç üniversitelerde olmalıdır. Tabii, farklı mecralardaki farklı yapıların da önemi büyüktür. Ancak üniversitelerimizde gözle görülen iyileşmeler maalesef yok. Hatta birçok açıdan geriye gittiğini bile söyleyebiliriz.
Üniversitelerde başarıyı elde etmenin en önemli unsuru, altyapı iyileştirmesinin yanında öğretim üyelerinin durumudur. Ancak, özellikle son on on iki yıllık dönemde, öğretim üyelerinin durumu hiç iç açıcı olmadığı gibi hiçbir iyileştirme de yapılmamıştır. Öğretim üyeliği özellikle tıp fakültelerinde giderek cazibesini kaybetmiştir.
Aslında önceleri, belki her başarılı tıp fakültesi öğrencisinin hayali iyi bir üniversitede öğretim üyesi olmaktı. Örneğin; bunların başında Hacettepe Üniversitesi gelir. Geçenlerde bir doçent arkadaşımla görüşürken, “Senin işin ne oldu, Hacettepe’ye geçiyordun?” dedim. “Geçmedim hocam.” dedi. “Niye?” diye sordum. Eğitim ve araştırma hastanesinde çalışan arkadaş, “Hocam nasıl geçeyim? Aldığım ücret yarıya düşecekti, ben de vazgeçtim.” dedi.
Tabii bunu birçok tıp fakültesinde yaşıyoruz. Peki, bunasıl bilime önem vermek, nasıl bilimi teşvik etmek… Öğretim üyesi olmanın cazibesi ne?
Öncelikle bilim adamına önem vereceksiniz ki bilim gelişsin. Oysa önümüzde çok acı bir tablo var. Sağlık sektöründe, üniversitede çalışanların durumu özellikle performans sisteminden sonra göreceli olarak daha da kötüleşti. Tabii bu sistem eğitim-araştırma veya birçok devlet hastanesinde de mutsuz doktorlar yığını oluşturdu. Ancak, üniversitelerin çoğunda bu durum daha kötü.
Bunlar defalarca yazıldı çizildi. Hemen her ay öğretim üyelerine iyileştirme yapılacağına dair haberler çıktı, ama aradan on iki yıl geçti, hâlâ tık yok. En son tam iyileştirme yapılacakken, 17 Aralık’a denk gelmiş ve öylece kalmış. Öyle söylüyor yetkililer.
Bu konuda herhalde kimsenin umudu kalmamıştır. Üniversiteleri iyileştirmek için öncelikle öğretim üyeliğini teşvik etmek, durumlarını iyileştirmek gerekiyor. Tabii, şu anda sadece hocaların değil, tüm doktorların bu konuyla ilgili ciddi sıkıntıları var. Onların durumları da iyileştirilmeli.
Bu performans sistemi âdeta sosyal barışımızı da bozdu. Üniversiteler arasında dahi öyle farklar var ki… Bir üniversite aynı işe, hatta daha fazlasına başka üniversitenin verdiğinin üçte birini, hatta dörtte birini veriyor. Sosyal adalet de yok yani. Bunlarla ilgili rakamlar elimde, ama şimdi üniversitelerin isimlerini vermek doğru olmaz. Peki, öğretim üyelerine başka üniversitelerin dörtte birini layık gören yöneticiler nasıl hissediyorlar kendilerini acaba? Hiç sorumluluk duyuyorlar mı? Ya daha üsttekiler, x üniversitesindeki hoca niye diğerinin dörte biri alıyor, diye hiç sorguluyorlar mı?
Yüksek alanların aldığı bile az. Bu konu yanlış anlaşılmasın, ama bir de düşük alanlara, üstelik dörtte birini alanlara verilmesi gereken cevaplar yok mu?
Yoksa hesaplaşma öbür tarafa mı bırakılıyor?