Esaretin Bedeli



Prof. Dr. Başar CANDER
[email protected]
  • Defalarca dile getirdim. Tekrar tekrar yazınca insan rahatlıyor mu bilmem, ama bu yazdıklarımızın bir şey değiştireceğine ait umutlar beslemek bile lüks geliyor. “Esaretin Bedeli” adında bir film vardı, çoğumuz izlemişizdir, oldukça etkileyiciydi. On dokuz yıllık bir azmin ardından gelen özgürlük ve başarı öyküsü. O filmden bir sahne hep aklımda kaldı: Hapishanede mahkûm rolünde olan Tim Robbins (Andy Dufreey), kütüphane açmak için her hafta bir mektup yazıyor. Hiç cevap alamıyor. Haftada bir yazdığı mektuplara cevap alamayınca haftada iki kez yazıyor. Sonunda bu mektupların arkasının kesilmeyeceğini düşünen yetkililer,  mahkûmun istediği kitapları ve maddi destekleri gönderip kütüphane açmasını sağlıyorlar ve birçok şey bundan sonra değişiyor. Biz de bu şekilde yazmaya devam edelim… Ülkemizde en önemli sorun, yönetim problemidir. Aslında çok dinamik, güçlü kaynakları olan bir ülkeyiz, ancak yönetici insan kaynağı bulmak çok kolay olmuyor. Yönetim neden bu kadar önem kazanıyor? Çünkü oturmuş sistemler yok. Sistemler işlese yöneticilerin başarısızlığı çok sırıtmayacak, ancak sistem olmadığı için direkt gün yüzüne çıkıyor. Barselona’ya ne teknik direktörler geldi geçti, başarı değişiyor mu? Hayır, çünkü sistem tıkır tıkır işliyor. Peki, yönetici yetiştirmek zor mu? Neden yeterli sayıda yönetici yetişmiyor? Sorun asıl burada.

     

    Çünkü yöneticinin ahlaki yapısı önem kazanıyor. Yöneticilikte yönetim becerisi kadar ahlaki durum da önemlidir. Konuyu bir örnekle açalım: Çok iyi bir eğitim almış, yetenekli, kapasiteli ve başarılı bir yönetici var, ancak kıskanç biri. Dolayısıyla alttan gelen kişileri belirlerken, yöneticilik vasfı devreden çıkıyor ve kıskançlık devreye giriyor. Bu kişi nasıl başarılı olur? Çok canlı bir örneği var önümüzde, Fenerbahçe’de; Aykut Kocaman. Alex olayını bu açıdan iyice değerlendirin Dolayısıyla yöneticinin kişisel ahlakı eğitimi kadar önemli. İşte biz bir şekilde yönetici yetiştiriyoruz, ama maalesef ahlak konusunda durum çok iç açıcı değil, dolayısıyla yönetimlerden çok çekiyoruz. Aslında Sağlık Bakanlığı bu konuda iyi bir mesafe kat etti. Yöneticiler biraz daha özenle seçiliyor, bir de performansla denetim söz konusu.

     

    Bu fırsat iyi değerlendirilirse çok iyi şeyler olabilir. Ancak diğer bakanlıklar için aynı şey söz konusu değil. Sanki Hükümet hep bir şeyi göz ardı ediyor: Üniversitelerin toplum üzerindeki rolünü. İki yüz yıllık geçmişi bir incelesinler… Sonuç olarak, üniversitelerde yönetimin düzelmesi çok önemli. Ancak, asıl sorunu maalesef burada yaşıyoruz; seçim sisteminden, yönetimin her biriminde devletin hiçbir yerinde kalmayan bir bürokrasiye kadar. Siz hiç herhangi bir rektörün objektif başarı ölçütlerine ve gelecekteki plan ve projelerine göre dekan atadığını gördünüz mü? Veya herhangi bir birime atanan kişiler liyakat açısından objektif değerlendiriliyor mu? Ya da şimdilerde Sağlık Bakanlığında yapılacağı gibi sözleşmeli yöneticiler başarı ölçütlerine göre denetlenecek mi?

     

    Şu anda tek kural var: Evet, “Bununla iyi çalışırız iyi çocuk.” … Neye göre?: Altıncı his devreye giriyor, çünkü hiçbir objektif ölçüt yok. Sonra bu atanan kişiler üniversiteleri mahvediyor. Ama kimse “Bu başarısız, görevden alalım.” diyecek bir konumda değil. Bu durumu sadece dekanlık veya üst düzey atamalar için düşünmeyin. Asıl sorun, mutfakta çalışan alt kesimde. Yani binanın temeli çürük. Üsttekine gelinceye kadar alttaki zaten çökertiyor. Örneğin; bilimsel araştırma projeleri (BAP)’nin başına münasebetsiz birini atayın, bütün projeleri baltalar. Ya da kurulun başına hazımsız, kıskanç bir öğretim görevlisi gelsin, o kurum iflah olmaz. Etik kurullarda bile buna benzer durumlar yaşıyoruz.

    Adı etik kurul, ama ahlaksız bazı kişiler kurulda yer alıp bilimsel projeleri engelliyor. Rektörün bundan haberi oluyor mu ya da “Neden bilim üretemiyoruz?” diye soran yetkililerin?.. Aslında çok bir şey istemiyoruz. Sadece, hata yapanların yanlışını gün yüzüne çıkaracak ve buna göre tedbir alabileceğimiz bir sistem istiyoruz. Başarının ve başarısızlığın objektif ölçütleri olsun ve bunu herkes denetleyebilsin. Lütfen, artık başarısız ve hazımsızlar o koltuklarda oturmasınlar ve tabii onları atayan basiretsiz idareciler de…

  • Bu yazı 05.11.2012 tarihinde Medimagazin'de yayımlanmıştır.
Bu makale 7023 kez görüntülenmiştir.

Yorumlar


Yazarın Diğer Köşe Yazıları

Köşe YazısıTarih
Acil Tıp ve Yan Dalları 09.05.2016
Mustafa Koç'un ardından 23.02.2016
“Yalancı Profesör” 26.01.2016
Değişmez mi? 04.01.2016
Yeniden İlk Aşk 17.11.2015
Seçim Sonuçlarında Roller 16.06.2015
Zübük 06.04.2015
Acil TV 09.03.2015
Sosyal Facia 09.02.2015
Ne Zaman İstifa? 12.01.2015
Güven Bana 15.12.2014
Nerede Yanlış Yapıyoruz? 01.12.2014
Bakış Açısı 22.09.2014
Taşlar Oturmuyor 01.07.2014
Yılan Hikayesi 02.06.2014
Liderlik... 26.03.2014
Binalar Tamam da… 24.02.2014
Koltuk Belası 29.01.2014
Olacağı Belliydi 31.12.2013
Ahlaklı Nesil 03.12.2013
Kim Olmak İster? 04.11.2013
Nöbet Bilmecesi 21.06.2013
Acil Tıp ve SGK 11.04.2013
Şeffaflık ve Kayıtlar 26.03.2013
Şeytan Taşlamak 25.03.2013
Acil Servis Yükü ve Kritik hastalar 01.03.2013
İade-i İtibar 04.02.2013
On Yıl Geçmiş 09.01.2013
Yeter! Bizi Rahat Bırakın! 04.12.2012
Asistan Arkadaşımızın Vefatı 08.10.2012
Avrupalı Acilciler Türkiye'de 03.09.2012
Şiddet ve Sezaryen 04.06.2012
Üniversitede Seçim mi, Skandal mı? 07.05.2012
Kaht-ı Rical 02.04.2012
Paramparça 06.03.2012
Başhekim mi, Holding Yöneticisi mi? 09.01.2012
Platini Haklı mıydı? 05.12.2011
Bu Ne Şiddet! 15.11.2011
Nerdeyiz? 26.04.2011
YAZARLAR


AYIN MAKALESİ