Birçok sağlık çalışanı, çalışma şartlarının iyi olmadığından yakınıyor. Çalıştığı ortamda birçok sorunla karşılaşıyor. Verdiğimiz hizmetin en kutsal hizmet olduğu yüzyıllarca kabul edildiği halde, ne hikmet ki her şeyin yozlaştığı bu zamanda bizler de nasibimizi alıyoruz. Saygınlığımızı kaybetmemiz bir yana, saldırılara bile uğruyoruz. Bunlardan da nasibini en çok acil servis çalışanları alıyor. Kendine has özelliklerinden dolayı acil serviste çalışma şartları çok daha zor. Stresin en fazla olduğu birim. Bu yetmiyormuş gibi, 80 milyonu aşan başvuru sayısı var.
Geçen ay Amerika’dan bir misafir ağırladık. Acil tıp uzmanı bir öğretim üyesi. Ben ona, ülkemizde birçok hastanede acil servislerde günde bini aşkın hasta baktığımızı söylemiştim. Tabii inanamadı. “Mutlaka görmek istiyorum.” dedi. Ben de bir gece, saat 21.00 civarında bir eğitim-araştırma hastanesi acil servisine götürdüm. Gördüğü manzaraya inanamadı. Ayakta kuyruk olmuş muayene sırası bekleyen hastalar -bankamatik önünde maaş alma kuyruğu gibi-, bunun yanında travma hastaları, bunun yanında arrest gelen vakalar,.. Gözlem ünitesinde adım atacak yer yok. Koridorlar, sedyede ve tekerlekli sandalyelerdeki hastalarla dolu. Kimi elinde serum şişesi tuvalete gidiyor, kiminin serumuna kan gelmiş ve bu ortamda her hastaya yetişmeye çalışan, muayene eden, tahlil inceleyen, tomografi, MRG bakan, her yere koşturan doktorlar, hemşireler. “Bu hastaları nasıl hatırlıyorsunuz, nasıl aklınızda tutuyorsunuz?” diye sordu. Sonra da, kuyrukta ayakta bekleyen hastaların fotoğraflarını çekti. “Amerika’da günde bini aşkın hastaya nasıl bakıldığını göstereceğim.” dedi.
Biz bunları sürekli dile getiriyoruz ve çalışma şartlarını iyileştirmek için uğraşıyoruz.
İnanıyorum ki, bu manzarayı gören her vicdan sahibi kişinin içi sızlar, çalışanları takdir eder, şartları iyileştirmek için katkı sunmak ister. Fakat gel gör ki, bu olağanüstü şartlarda hizmet verirken takdir edilmek bir tarafa, her gün, her hafta icat edilen yeni bir sorunla iyileştirilmesi gereken özlük hakları biraz daha kötüye gidiyor. Nöbet şartları kötüleştiriliyor, acil için yeni uygulamalar yapılıyor, SGK ana maden olarak acil servisleri görüyor, kesintiler için orayı hedefe koyuyor, bazı idareciler acil tıp uzmanlarının çalışma şartlarını zorlaştırmayı bir idarecilik başarısı olarak görüyor.
Bunları nereden mi biliyorum? Dernek Başkanı olarak hemen her hafta, ülkenin başka yerinden bir acil tıp uzmanının sorunu bana iletiliyor ve hemen her tarafta acil servisleri ziyaret ediyorum. “Bu uygulamayı acil serviste yapamazsınız.”, “Bu ilacı acilde kullanamazsınız.”, “Bir kişi bile olsanız Tebliğ’e aykırı olarak nöbete konursunuz.” vs. vs.
Son bir yönetmelikle, “Özel hastanelerin acil servisinde acil tıp uzmanı çalıştıramazsınız.” gibi bir durumla karşılaştık. Bunu anlatmaya gerek var mı? Garabet olarak bundan daha büyük bir örnek olabilir mi? Özel hastanelerde ayrı sorun, devlet hastanelerinde ayrı sorun, üniversitelerde ayrı sorunlar.
Bütün bu bunlar yetmezmiş gibi, şimdi karşımıza bir de Sayıştay çıktı. SGK’ya yeni içtihatlarda bulunmuş. Örneğin; resüsitasyon yaptığınız bir hastayı büyük uğraşlarla döndürdünüz ve yoğun bakıma aldınız. Bunun için acil serviste yapılan işleme ödeme yapılmaz, yapıldıysa kesinti nedeniymiş. Görevi kötüye kullanmakmış. Ama hasta ölürse sorun yokmuş, ödeme yapılırmış…
Düşünebiliyor musunuz? Nasıl bir ülkedeyiz nasıl bir adalet sistemi var! Fazla söze hacet yok aslında!..
Acil çalışanlarıyla uğraşanlara sesleniyorum: Ya düşün yakamızdan ya da gelin, acilde hastalara siz bakın, resüsitasyon yapın!
Bu yazı 03.12.2012 tarihinde Medimagazinde Yayımlanmıştır.