Daha önce duydunuz mu. Ben yeni duydum. Bir kaç hafta önce Mustafa SERİNKEN kerdeşim skypie konferans proğramı için benden istedi. Ne olduğunu anlamadığım için sorma ihtiyacı hissettim. Pasaport için istenen; her iki kulağın eşit görüldüğü tam cepheden çekilmiş (!) duygusu ve hissi olmayan bir yansıma mı idi acaba...
İlk gün cehaletim belli olmasın diye açıp da sormadım. Bir gün bekledim. Araya bir iki iş girdi. bakıp araştırmaya da vakit olmadı. İşin içinden çıkamayınca mecburen re- mail ile sordum.
Meğer kendi kendinize çektiğiniz fotoğraf imiş...
...
Aslında mantıklı. Az daha düşünsem ben bile bulabilir mişim.
....
Eskiden 12'lik 24'lük 36'lık pozlar olurdu. Fotoğraf çekmenin de bir raconu vardı. Dijital makinalar çıkınca işin tüm iksiri bozuldu. Hele bir de fotoğraf makinalı cep telefonları var ki...
Hasılı teknolojinin gelişmesi ile bazı kavramlar dilimizden çıktığı gibi onların yerini yenileri alabiliyor. Selfie de bunlardan birisi herhalde.
Neyse efendim. Biz Mustafa bey ile fotoğraf problemini çözdük. Daha doğrusu o çözdü. Derneğin web sitesine bakarsanız skypie bölümünde bana ait oldukça fotojenik (!) bir fotoğraf görebilirsiniz. Normal vesikalıkda bile fotoshop ile binbir revizyonla ancak bir şeye benziyordum. Eee... ne de olsa selfie... Ancak bu kadar...malzeme bu..:)
...
Geçtiğimiz yüz yıl ile başlayıp bu yüzyıla damgasını vuran en önemli akımlardan birisi de bireyselcilik. Namı diğer INDIVIDUALISM...
Evet bireyselleşiyoruz...
Eskiden evlerimiz küçüktü. Ancak gönlümüz genişti. Şimdi evlerimiz genişledi. Ancak gönlümüz daraldı...
Eskiden 80 metrekare evde 15 baş horanta (ferd anlamında) yaşarken şimdilerde 250- 300 metrekare evlere 5 kişi sığamıyor. Hele yatılı misafir...hiç demeyin. Ha bu arada evine çat kapı misafir alabilen babayit (!) kaldı mı aranızda.
Bana bakmayın :)
Evet bireysellik reklamlara da yansıdı. Kola, çikolata gibi bir çok ürünü üreticiler isme özel çıkarıyorlar. Herkes özel olmak istiyor.
Aslına bakarsanız öyledir de...
Her hasta özel muamele görmek istiyor. Elbette bunu da hak ediyor ama. Verirken TÜZEL alırken ÖZEL olamıyor işte...ne demişler ne kadar ekmek o kadar köfte.
Hamburger fiyatına hasta bakıyoruz. O da standart olursa. Kola ve patatesi ekstra büyük alırsanız neredeyse iki muayene parası ediyor.
Çocukken gazozuna top oynardık. Yanlış anlamayın bu gazoz Nuri Alço'nun (!) gazozu değil. Yenilen takım yenen takıma PORTALİN marka gazoz ısmarladı. Gazozuna maç yapmak bir nevi hafiflik olarak algılanırdı.
Sizin anlayacağınız Gazozuna hasta bakıyoruz. (Biraz da dokunduralım di-mi yani..)
...
Yanlış anlamayın eskilere özendiğimden değil. Ben hep yenilikten yanayım. Ne demişler:
Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına Nur yağardı..
...
Evde çocuklar ayrı oda ister.
Yolculukta herkes müstakil araba.
Hastanede her hasta özel oda talep eder.
Her asistan diğeri ile aynı dolabı kullanmak istemez.
Hocalar ayrı oda ister.
Gelinler kaynanalarla oturmak istemez...
Aslında bunda da haklılar mı ne...
Hele bir de stüdyo daire kültürü başladı ki. Demeyim gitsin. Tek oda...mutfak... O kadar...hiç bir sosyal anlam ifade etmeyen; komşuluk kavramının katledildiği yaşam alanları. Dikkat edin zaten yapıp satanlar bile ev demeye cesaret edemiyor.
Stüdyo...daire...
Ne demekse artık...
...
Bireyselleşiyoruz... Aslında çok iyi yönleri de var... Kabile toplumu olmaktan çıkıp bireysel-kişisel alanlarımızı genişletiyoruz. Özgüvenimiz artıyor. Bireysel hak ve özgürlüklerimizi daha çok savunur oluyoruz. Toplumsal bütünlükleri koruyarak ferd olmanın yollarını arıyoruz, buluyoruz...
Belki de bu konuda sosyologlar çalışmalı. Belli ki bana iki numara büyük...
Neyse ŞEYH EDEBÂLİ’NİN OSMAN GÂZİ’YE NASİHATI ile bitirelim.
Ey oğul, artık Bey’sin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Âcizlik bize, hoş görmek sana. Çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adâlet sana. Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana. Bölmek bize, bütünlemek sana…
· Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelâmlısın! Amma bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen, öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Sabah rüzgârlarında savrulur gidersin. Daima sabırlı, sebatlı ve irâdene hâkim olasın.
· Unutma ki, dünya sandığın kadar büyük değildir. Bütün sırlar; bilinmeyenler, görülmeyenler, ancak senin şecaat, fazîlet ve irfânınla fethedilip gün ışığına çıkacaktır.
· Ey oğul! Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma; insanı yaşat ki, devlet yaşasın!
· Ey oğul! Ananı, atanı say! Bereket büyüklerle berâberdir.
· Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.
· Azminden dönme, çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil.
· Her işin gereğini vaktinde yap. İnsanları yaşat ki, devlet yaşasın!
· Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.
· Sevildiğin yere sık gidip gelme. Muhabbetin kalkar, îtibârın olmaz.
· Üç kişiye acı: Cahiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene, hatırlı iken îtibârını kaybedene.
· Unutma ki yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
· Ululanma, düşmanı hor görme, düşmanını çoğaltma, düşmanlığın başını da sonunu da sen belirle. Haklı olduğunda mücâdeleden korkma! Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.
· Ey oğul! İşin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı. Allah yardımcın olsun…