Anadolu’nun yağız delikanlısı Tıp Fakültesinden yeni mezun olmuştur. Yine Anadolu’nun ücra bir kasabasında mecburi hizmetini yapmaktadır. Bir gece yarısı kapısı uzun uzun çalar. Doktor yatağından kalkar ve kapıya doğru ilerler. Ne hikmettir bilinmez ama pantolonu ile uyumuştur. Ancak üst tarafında herhangi bir kıyafet yoktur. Kapıya doğru ilerlerken kapıdaki kişi ya da kişiler zili çalmayı bırakıp kapıyı yumruklamaya başlar-lar…
Doktor kapıyı açar…
Kapıda 3 kişi vardır. Üzerlerindeki kıyafet eşkıya kıyafetini andırır. İki kişi ortadakinin kollarına girmiştir. Ortadakinin üzeri kanlıdır. Halsizdir. Bayılmak üzeredir. Halinden ve görünüşünden anlaşılır ki uzun namlulu bir tüfek ile vurulmuştur. Hastayı içeri alıp yarı tehditkar bir ifade ile:…
‘Doktor hastamızla ilgilen’ derler.
Doktor yarı uykulu, yarı gergin bir şekilde mutfağa doğru ilerler. Mutfak masasının üzeri geceden kalan bulaşıklarla doludur (Malum bekar evi..!). Doktor masa örtüsünün köşesinden tutar ve yarı korku, yarı öfke ve bir miktar da doktor olmanın verdiği heyecan ile masa üzerinde bulunanları yere fırlatır. Yaralıyı getirenlere ‘Yatırın’ der…
Yaralıyı mutfak masasının üzerine yatırırlar…
Doktor mutfak rafından küçücük bir çanta indirir. Üzeri hala çıplaktır. O küçücük çantadan çıkardığı tıbbi malzeme, alet ve edevatlarla (!) yaralıya müdahale etmeye başlar. Yaralının yanında bir bakır tas (su kabı) vardır. Yaralı belli ki saçma ile vurulmuştur. Ancak Doktor uzunca bir süre göğüsten kurşun çekirdeği (!) çıkarır ve bakır tasda toplar. Ardından yaralıya bir bandaj yapar ve getirenlere dönerek ‘Kaldırın… Kontrole getirmeyi unutmayın ’der…
…………………………………………………………….
Belki hatırlamışsınızdır. Bu sahne Tarık Akan’ın ‘Doktor’ isimli filminden bir sahnedir…
Bizim nesil bu filmlerle büyüdü…
……………
Filmin jönü bir çatışma esnasında vurulur. Kurşun ya da saçma (bir önemi yok.!) sol omuz başına girmiştir. Uzun bir kovalamacanın ardından kurtulur. Bir dere kenarında yıldızların altında gece yarısı etraftan topladığı çalı çırpı ile ateş yakar. Ateşte ya da içtiği konyak ile‘sterilize ettiği’ bıçağı ile kurşunu çıkarır. Ardından bir omuz askısı yapar. Kısa bir süre sonra o omuz iyileşir…
………..
Plajda, denizden düzgün fizikli bir bayan çıkarırlar. Bayan boğulmuştur. İri vücutlu bir bey ağızdan ağza yapay solunum yaptırır. Her defasında da başarılı olur…Sonra kız o beye aşık olur…
…………
Kalbi duran her hastaya elektrik şoku tedavisi yapılır ve hasta yaşar…
…………….
Hasta entübedir. Ancak tüp dudak mesafesinden sadece 2 cm içeridedir…
…………….
Hasta yoğun bakımdadır... Ancak oksijenize değildir…
…………….
Her resüsitasyon başarı ile biter...
…………….
Hasta kalp krizi geçiriyordur. Doktor bir reçete yazar. ‘Yatağından çıkmadan dinlenmesini ve ilaçlarını almasını öğütler. Hasta da öyle yapar ve iyileşir…
…………….
Bu filmlerde Doktor kalın gözlüklü, asosyal, şizofrenik tipde, vicdan ve marhametten yoksun, para düşkünü, iki numara büyük önlük giyer. Direk kafa grafisine bakarak tümör teşhisi koyar ve hastanın ne kadar yaşayacağını da günü gününe bilir…
……………………………..
Ya da ,yenilerde, 25 yaşlarında yakışıklı ve karizmatik bir üniversite hocasının bir gün canı sıkılır. Kura ile bir sağlık ocağına tayin edilir…
………………………………………..
Tam da bu yazıyı yazarken televizyonda yabancı bir film oynuyor. Genç bir kız sağ göğsünden tabanca ile vuruluyor…
Solunum sıkıntısı var... Ateşli silah yaralanması…Başında iki kişi var.
Biri ‘hemen kurşunu çıkaralım’ diyor. Diğeri ‘Buna gerek yok. Hastanın başka problemleri var’ diyor ve; Bir falçata, bir hortum ve bir sürahi su ile kapalı su altı drenajı uyguluyor.
……………………..
Acil tıp uzmanlığına başladığım günden beri birçok dostum ve arkadaşım bana bizim ne zaman ER (Emergency Room) dizisindeki gibi bir acilimiz olacak diye benden sordular. Eminim siz de en az birkaç bölümünü izlemişsinizdir. Bu dizinin en önemli özelliği tüm sahnelerinin gerçekle birebir uyuşması ve tüm senaryoların bilimsel gerçeklere uygun olması idi. Bu nedenle de birçok ülkede ciddi bir seyirci kitlesine ulaştı.
……………………..
Bu günlerde ,Tıp öğrencilerinden öğrendiğim kadarı ile, Dr. House moda. İnanın benim dersimi bu diziyi takip ettikleri gibi takip etmiyorlar…
……………………..
Ne yapmalı…?
Bilmiyorum…Bilen varsa lütfen yazsın…Ben de öğreneyim…
……………………..
Madem söz sinemadan açıldı. Sinemadan devam edelim (Artık ne anlarsanız…)…
Allah uzun ömürler versin hemşerim Nejat Uygur’un bir parodisinde bir adam kafede oturmaktadır. Her şeyi yerinde ve görünüşünden oldukça da zengin olduğu anlaşılan bu adamın canı sıkılmakta ve kendine yeni zevkler aramaktadır. Bu sırada kafeye hal ve hareketlerinden oldukça fakir olduğu anlaşılan bir adam gelir. Zengin adam can sıkıntısını gidermek için bu adamla dostluk kurar. Hoş beşin ardından zengin adamın aklına yeni bir eğlence yöntemi gelir. Fakir adama ‘Şu yanda oturan adamın ensesine bir tokat at sana para vereyim’ der. Adam önce biraz düşünür. Sonra ‘Ne kaybederim. Çok çok dayak yerim. Ama parayı da alırım’ der ve gider tokatını atar. Ensesinden tokat yiyen adam yarı şaşkın, yarı öfkeli ayağa kalkar ve adama çıkışır. Bunun üzerine fakir adam bir yanlışlık olduğunu söyleyip özür diler ve olay yatışır. Adam parayı alır…
…………….
Ancak bu durum zengin adamın çok hoşuna gitmiştir. Adama tekrar para verir ve tekrar diğer adamın ensesine vurmasını ister. Fakir adam bakar ki bir şey olmuyor. Para da tatlı. Gider bir tokat daha atar…
Yine aynı reaksiyon…. Tekrar özür dilenir…
Bir iki derken adam sonunda dayanamaz ve tokatı atan fakir adamın yakasına yapışır. ‘Nedir senin derdin kardeşim’ diye…
Fakir adam biraz korkak biraz ürkek cevap verir:
‘Abi sende bu ense o adamda da o para olduğu sürece sen daha çook tokat yersin’…
Prof. Dr. Cuma YILDIRIM