Tek bir hücreyle başladı hayat. Bir iki, dört, sekiz onaltı derken dokuz ay on gün sonra bir insan dünyaya geldi….
Doğar, yaşar ve ölürüz… Gerisi hikaye…
Hayatta if’li cümle yoktur…’…saydı…’ eki içeren şart cümleleri gerçek hayatta olmaz…
Hayatı zorlaştıran bizleriz aslında…
Çok çalışsaydın doktor olurdun… Oldun da ne oldu…
Yemezsen büyüyemezsin… Hadi canım sen de…
Dersini çalışsaydın sınıfını geçerdin… Artık bu da geçerli değil… Son yıllarda çalışmasan da zararı yok… Paran varsa özel üniversiteye gidersin… Yoksa… Bak bu kötü…
Beni ne doktor ne avukatlar istedi de varmadım… E kötü mü etin…J
****
Her sabah bir melek dünyaya doğru dönüp bağırarak: ‘Ölmek için dünyaya gelirsiniz yıkılmak için binalar yaparsınız’ dermiş…
Her gelecek yakındır… Gelecek de bir gün gelecek… Sonu olan her şey kısadır… Mutlu ve mesut anlar çabucak geçer… Hastalık ve musibet zamanları bir türlü bitmek bilmez… Zor ve zahmetli olduğundan mı yoksa zor anların neticesi mi güzel… Bunu kimse bilemez…
Hiç ateşli bir hastalık geçirdiniz mi?… Ya da bir geceyi böbrek ağrısı ile acilde geçirdiniz mi… Eminim hayatınızın en uzun gecesi o gecedir…
****
Şikayet dilekçelerini inceliyoruz… En önemli problem hasta ve yakınlarının zaman algısı ile ilgili… Bizim için sıradan bir gece… Sıradan bir nöbet… Alışılmış hastalar… Ama o hasta ya da hasta yakını için çok uzun bir süre… Bu nedenle unutamıyor… Her sağlık çalışanını gördüğünde o anları hatırlıyor…
Şu tartışmayı çok sık yaşıyoruz…’Ben hastamı getirdim… Çalışanları çok sıradan davrandılar… ‘
Gerçekten öyle mi… Öyle mi olmalı… Olmamalı mı?
Evet bu mekan bir hasta ve yakını için acil servis… Böyle davranmaları da normal… Ancak hayatının 20 yılını günün 10 saatini geçirdiğiniz bir mekan sizin için yaşam alanı haline gelir. Bazen evinizin oturma odası ile alçı odasını karıştırırsınız…
Kantin ile mutfağınız arasında fark yoktur. Bazen kantin daha iyidir. En azında çayınız dolar… Bulaşık derdiniz olmaz…J
Neyse…
****
Hayatta bir gerçek kişiler vardır. Bir de rol yapanlar… Aslında hepimiz hayatımızın rolünü oynarız. Kimimiz doktor, kimimiz hasta bakıcı, kimimiz hasta, kimimiz çöpçü…
Vizonteleyi izliyorum. Yılmaz Erdoğan köyün delisi… Filmi yazan ve yöneten… Ancak kadere bakın ki filmden en çok para ve itibar kazanan kişi…
Gerçek ile hayal bazen birbirine karışır… Gerçek zannettikleriniz hayal, hayal zannettikleriniz gerçektir… Kim bilir…
Git gide gençleşmeyiz… Yaşlanırız… Grafiğin bir çıkan kolu vardır. Bir de inen. Ne zaman ineceğinizi bilemezsiniz…
Yaş otuz beş yolun yarısı demiş yazar. Kaderin cilvesine bakın ki 36 yaşında hayata veda etmiş…
****
Birkaç yazı önce Davranışcı Bilişsel Terapi ile ilgili olarak bir yazı yazmıştım. Hayata ve olaylara doğru açıdan bakmamı sağlayan bu terapi yöntemi bazı arkadaşlarımdan eleştiri aldı. Polyannacılık üzerine bazı sohbetler yaptık.
Doğum bir rahmet olduğu gibi aslında ölmek de öyle. Düşünün ki dedenizin dedenizin dedenizin dedesi hayatta. Ve siz onlara bakmak zorundasınız. Tüm acizlikleri ve hastalıkları ile karşınızda oturuyorlar. Ne büyük eziyet…
Tıbdaki gelişmelerle ortalama yaşam ömrü uzuyor. Aslında uzun yaşamak mı?... Kaliteli yaşamak mı?… Kalite nedir?… Ne yaparsanız kaliteli yaşarsınız?…
BBC’nin bir belgesel serisi var. Rast gelirseniz mutlaka izleyin…Modern toplumlardan makam ve mevki sahibi her türlü konfora sahip kadınları dünyanın en ilkel toplumlarına götürüp 1 ay boyunca bu ortamda yaşamalarını istiyorlar. İstisnasız tamamı bir ayın sonunda evlerine ağlayarak dönüyorlar. Hayatın anlamını tekrar sorguladıkları aşikâr…
Peki, biz ne yapıyoruz?... Fakir ve geri kalmış topluluklardaki insanlara bakıyorsunuz tüm olumsuzluklara rağmen daha mutlular. Aile mefhumu daha diri... Gittikçe zenginleşiyoruz… Eğitim seviyemiz artıyor… Ancak daha mutsuz, anlayışsız, bencil ve hastalıklı bir toplum haline geliyoruz…
*****
Öğleden sonra saat 15.00 civarı… Yurdum insanı altmışında bir kadın. Bir kaç parmağını bir tarım aletine kaptırmış… İlk müdahalesi yapılmış… Konsültasyonları bekliyor…
SORUYORUM: ‘Teyze kusura bakma seni bekletiyoruz…’
CEVAP: ‘Zararı yok oğlum… Allah devlete millete zeval vermesin… Birkaç parmağın ne önemi var… Benden daha acil hastalar varsa onlarla ilgilenin…’
‘Teyzem benim canımsın… Sen cennetliksin…’
Bu arada yan odada bir çığlık… Oldukça modern –olduğunu zanneden- bir hanımefendi bağırıyor…
‘Neden benimle ilgilenilmiyor…’ Yanına gidiyorum… Tüm işlemleri tamam… Yeşil alan hastası…(Allahtan bu renklendirme çıktı…)…Hanımefendi başucunda bir elemanın elpençe beklemesini istiyor… Olur… Görürsem söylerim…
*****
İnsanlar öncelikle para kazanmak için sağlıklarını kaybederlermiş… Sonra da sağlıklarını kazanmak için paralarını harcarlarmış… Gerçi artık tamamını SGK ödüyor ama olsun… Yine de benden size tavsiye zor günleriniz için köşeye birkaç kuruş atın… Hayatı ucu ucuna yaşamayın…
Bazen öyle olur ki hayat kendisini bizlere pahalıya satar…
****
Hikaye malumunuz. Zengin, varlıklı bir holding patronu tatilini sakin bir sahil kasabasında geçiriyormuş. Bir gün sahilde gezerken bir balıkçı görmüş. Oldukça fakir. Yanına gidip sohbet etmeye başlamış.
Zengin adam: Ne yapıyorsun burada… Nasıl geçiniyorsun…
Balıkçı: Ben her gün balığa çıkarım. Günlük geçinecek kadar balık tutar onları satar sonra da yan gelip yatarım…
Zengin adam: Ne yatıyorsun. Daha çok çalışıp daha çok balık tutsana…
Balıkçı: Ne olacak çok balık tutunca?
Zengin Adam: Satar daha çok para kazanırsın.
Balıkçı: E sonra?
Zengin adam: O paralarla daha büyük bir tekna alır daha çok balık tutar daha çok para kazanırsın. Sonra işleri büyütürsün. Derken bir şirket kurarsın. Ardından holding kurar çok zengin olursun.
Balıkçı: E sonra?
Zengin adam: Sonra sahilde bir balıkçı kasabasına yerleşir yan gelip yatarsın.
Balıkçı: E ben zaten bir balıkçı kasabasında yan gelip yatıyorum. Bu kadar zahmete ne gerek var…
Takdir sizin…
****
Bu arada Ramazan bayramı 4 (evet evet dört) gün… Yaşasın… Tatilin kısa olduğuna tek sevinen meslek grubu biziz galiba…
Bayramınız kutlu, mutlu ve mübarek; Neşeniz bol; Muhabbetiniz koyu; Nöbetleriniz sakin olsun…
Prof. Dr. Cuma Yıldırım