Bir Sylvester Stallone klasiği…
Olay şudur. Günün birinde yargı sistemi kolluk güçleri ile birleşir. Kendini adalet ve yargının bağımsızlığına adayan bir güvenlik elemanı ve aynı zamanda da yargıç olan Sylvester Stallone, yerinde ve anında yargılamayı yapar ve cezai işlemi uygular...
***
Ancak olaylar öyle gelişir ki bir süre sonra bir kumpasa kurban gider. Suçlanır ve ceza alır. Cezası ömür boyu dondurularak cezaevinde yatmaktır. Ceza hemen uygulanır…
Aradan 40 yıl geçer… Bir şekilde değişik nedenlerle uyandırılır ve sosyal hayata girer…
Ancak dünya artık bambaşka bir yerdir. Her şey mükemmeldir. Kimse suç işlemez. Argo konuşmak bile yasaktır. Kolesterol yasaktır. Kontrolsüz sıvı transferine bile (!) izin verilmez. Hasılı dünya artık daha iyi bir yerdir. Sonunda insanlık ideal bir dünya inşa etmeyi başarmıştır...
***
Ancak o da ne... Aslında işler pek de söylendiği gibi değildir. Görünürde olan mükemmel dünyanın arkasında göz ardı edilen, görmezden gelinen ancak yok edilemeyen bir başka dünya vardır. Gerçekte pek de değişen bir şey olmamıştır. Sadece hakim güçler kendilerine kağıttan kuleler yapmış, sanal ve yapmacık bir dünya kurmuşlardır. Terör, açlık, küfür, hırsızlık, darb kontrolsüz sıvı transferinin olabildiği ve insanların istediği gibi küfürlü konuşabildikleri öteki dünya yeraltına inmiştir...
Filmin kahramanı ve Hollywood dünyasının pahalı Cüneyt Arkın’ı (!) olan Sylvester Stallone tüm dünyayı olması gereken eski doğal haline tekrar çevirir…
***
Evet... Daha fazla ayrıntı isteyen filmi seyretsin... Benim derdim film eleştirmenliği yapmak değil. Ama her zaman film sektörü ve reklamcıların hayata bakış açılarına hayran olmuşumdur. (Bu arada MUCİZE yeni vizyona girdi. Ben izledim. Güzel olmuş. Gitmenizi öneririm…)
***
Ben acilde çalışırken kendimi hep bu filmin setinde hissediyorum… Ancak ilk değil de daha çok ikinci -yeraltında olan- dünyada…
Kanıta Dayalı Tıp ile çalışan servisler..
Son kılavuzları uygulayan değme hocalar...
Uluslar arası standartları tutturmak için ha bire yatak kapatan yoğun bakımlar…
Günde bilmem kaç hastadan fazlasına bakmanın iş yasalarına aykırı olduğunu söyleyen sivil toplum örgütleri…
İdeal mekanlarda hasta muayene etmeye çalışan poliklinikler…
’Tarzını belirlemeye çalışan’ sekreter ve host ve hosteslerle prim yapmaya çalışan özel hastaneler…
Ücretsiz otopark, ücretsiz evde bakım hizmeti gibi promosyonel yeniliklerle yer tutmaya ve piyasa edinmeye çalışan sağlık tesisleri…
Günde belli bir sayının üzerinde hasta muayene etmeyeceğini söyleyen poliklinikler…
…
Öte yanda 75 milyon nüfuslu bir ülkede yılda 120 milyon hasta başvurusu olan ACİL SERVİSLER…
Hastanenin günlük tüm poliklinik hasta başvurusunun %25-30’unun ACİL SERVİSTE yapıldığı hastaneler…
Depolardan bozma giriş ve çıkışı olmayan kanalizasyon kokan, çakma ACİL SERVİSLER…
Diğer servislerde yer tutamadığı için SÜRGÜN edilen sağlık personelleri…
Yer olmadığı ya da uluslararası standartları (!) bozmamak için boş yoğun bakım yatağına yatırılamayıp acilde sedye üzerinde tedavi edilen hastalar…
Uzun süreli tatillerde yoğunlaşan ve servislerden çıkarılıp başka bir hastanenin aciline gönderilen hastalar…
Bir yandan lüks ve konforlu odalar dizayn edilirken diğer yandan acil hastayı yatıracak temiz bir sedyenin bile bulunamadığı aciller...
Daha neler neler...
Oy dereler dereler... Neler bilirim neler...