Hiç aklınıza gelir miydi ikisinin de aynı anlama geleceği... Oluyor işte...
***
Her akşam iş çıkışı... Eve geldiğimin ilk dakikaları... Bir anda telefon çalıyor… Hangisi mi? tabiyki cep telefonu… Ev telefonu kullanan mı kaldı…!!
Ne olabilir sizce… Elbette işle ilgili… Yoksa halimi hatırımı soracakları yok… Çok şükür daha öyle bir telefon almadık…L
***
Hani numunelik kabilinden... Nereden geldiğimi ve ne olduğumu (!) unutmayayım diye...
Bu telefonun tek amacı vardır. O da akşam yemeğini boğazıma tıkamak ve eve geldiğimin ilk dakikalarında hanımdan anlamlı bir iki bakış yemek…
‘Eve iş getirmek’ diye buna denir herhalde. Yoksa salona ventilatör oturma odasına nebul mutfağa da defibrilatör atacak halimiz yok... ( Bu gidişle o da olacak)…
Siz hastane psikolojisinden yeni çıkmışsınızıdır. İdeal (!) bir aile reisi rolüne daha yeni yeni alışmaktasınızdır da o telefon sizi evinizin oturma odasından ya da duruma göre mutfağından alır da acilin en yoğun ve gözde (!) mekanlarına yeniden götürür ya. İşte bu da o kabilden…
***
Arayan kişi oldukça mütevazidir. İyi niyetli ve samimidir. Zaten onu da birisi aramıştır. Onu da bir başkası. Olaya tam da hakim değildir. Ancak sizden bir talebi vardır. Ortada bir hasta vardır. Bu hasta muhtemelen acil servisin kıta sahanlığı içindedir. Ya da yakın zamanda girecektir. Bu bilgi haricindeki diğer bilgiler ya yalan, ya yanlış, ya çarptırılmış ya da egzajere edilmiştir.
Sonuçta hasta halen devam eden bir öğretim üyesi muayenehanesinden ya da bir özel hastaneden gelmiş, belli bir meblağ para ödemiş; hali ile ‘Canı yanmış’; Bu nedenle de kendini haklı ve ayrıcalıklı (!) bilen orta halli yurdum insanıdır. Ancak ne hikmetse hastanede muayenehanede gördüğü ilgiyi ilgili bölümden görememiştir. O da ne yapsın tarihteki en eski yöntemi devreye sokar ve bir yakınını arar. O da başkasını. O da başkasını...
...
Ya da mesai bitiminde hastanenin arka koridorlarında unutulmuş, bırakılmış ya da terkedilmiş bir hasta bir anda acilin demirbaşı olur. Hastanın ve olayın ne olduğunu anlamanız uzun zaman alır. Ya bir poliklinik onu kaderine terk edip uyku pozisyonuna geçmiştir (Bu da yeni moda. Uzaya gönderilen araç uyku moduna geçmiş. Ne uykusu... Bildiğin şarzı bitmiş)…
Her neyse… Sonuçta söz konusu bölüme ulaşılamaz. Ulaşılsa da oralı olmazlar. olsalar da bu hastanın işine yaramaz.
Bu durumda devreye hep bir B planı girer. B planında her zaman bir acil servis ve acil servis çalışanı vardır. Hasta madurdur. Hasta yakını madurdur. Acil çalışanı ‘tembeldir’. Acil çalışanı ‘vicdansızdır’. Acile gelen bir hastaya ‘bakmamıştır’. Zaten her hasta çok acildir.
Allah Allah... Yılda 120 milyon ACİL hastaya bakan bu sistem neden bu hastaya da bakmamıştır acaba. Eline mi yapışır. N'olur baksa ya.
...
Bakıyor da zaten. Onun için acillerde bu kadar hasta var. Herkes sütten çıkmış ak kaşık. Tüm bölümler kanıta dayalı çalışırlar. Yoğun bakım ve servisler uluslararası standartlara uygun hemşire sayısı ile çalışır. Tüm poliklinikler optimal kalite ile çalışırlar da bir bu aciller adam olmaz. Neden acaba..
Sahi şu yeşil alan hikayesi nereden çıkmıştı hatırlayanınız var mı?
***
Bakmamalı aslında ama. Hani var ya sakalla bıyık arasındaki o ince açıklık bazen tıkalı ya da kapalı oluyor ya. O nedenle yutkunuyorsunuz ya.
...
’Lanet olsun şu içimdeki insan sevgisine’ (Abimm filminden bir replik Atalım araya. Ne de olsa biz de deli (!!) sayılırız)…
Evet, bu mesleki deformasyon mudur? Edinilmiş çaresizlik midir. Ya da kabul edilebilir risk midir? Bilmiyorum…
Tek bildiğim varsa her gün birçok acil çalışanı bu tür vakalarla karşılaştıkları, içlerinden müsebbiblerin özellikle en yakınları olmak üzere tüm akraba ve taallukatına bol bol selam söyledikleridir...
Nereden mi biliyorum... Hadi canım şaka yapıyorsunuz. Anlamamış olamazsınız.