Öyle bakmayın bildiğimden değil... Acaba diyorum… Belki... Hani şu ‘Kıllanan Adam’ var ya... Benimkisi de onun misali…
Belki de öncelikle bir insan neden bilim insanı olmak istesin. Bunun cevabını aramak, bulmak gerekir.
Akademik kariyer yapınca bilim insanı olur musunuz? Bu da başka önemli bir soru olarak gündeme gelebilir....
Kimileri ‘Bilim adamı olunmaz doğulur.’ Gibi oldukça iddialı gibi bence anlamsız bir iddiada bulunabilir….
Bir hadis mealine göre yüce yaradan ‘Zenginliği dilediğime; ilmi ise dileyene veririm’ diyor. Öyle ise biraz da istemek; ona aşık olmak, biraz uykularını yitirmek, biraz da belki ‘O yolun yolcusu’ olmak gerekiyor.
***
Geçenlerde misafirlerimiz vardı. SAMS (Syrian American Medical Society-Suriye-Amerika Dostluk Cemiyeti) Gaziantep de bir kongre yaptı. E ne de olsa ev sahibiyiz. Bir anda kendimizi içimizde bulduk.
Dr. Wael Hakmeh... Suriye asıllı Amerikalı Acil tıp uzmanı… Michigan State University’de çalışıyor… Kongreye gelmiş. Aslında bir hafta önce gelip Halep'e gitmiş. Hastanelerde çalışmış. Ardından Gaziantep. Biz kendisini çok sevdik. O da bizi. İki gün boyunca acilde USG kursu verdi. Biz de faydalandık...
Ee ne de olsa ilim bizim yitik malımız. Nerede bulursak alırız...
Evet, bizler ilmi kendi malımız olup da kaybetmiş. Her bulduğumuz yerde almamız gereken bir kültürün temsilcileriyiz. Buna rağmen bilim ya da ilim’ gariptir ülkemde, yetimdir, öksüzdür.
Bilim insanı garibandır. Sefildir. Ötekileşmiştir. Yitik olan malını alırken utangaçtır. Çünkü para etmemektedir. Her halükarda bordo mahkumu; sicil amirinin itip kalmaları altında abondene olmuş, yönünü yitirmiştir. Pusulası şaşmıştır. Yönünü bulamamaktadır ülkemde.
***
Bu ortamda kala kala daha çok ‘nasıl bilim insanı olunmaz’ onun cevabını öğrendim. 20 yıldır üniversitelerde çalışmaktayım. Bu süre içinde İtina ile nasıl bilim insanı olunmayacağını öğrettiler bana...
Bakalım… Oynat Uğurcuğum… :) … Öyle miydi?.. :) … (Bu arada Dünya kupası maçları devam ediyor. Nefis maçlar oluyor. İlk defa ailecek maç seyrediyoruz… Hele Almanya Brezilya maçı…J…Bir başkaydı… Bir de şu taşıma sedyeleri var ya… Bence harika… Travma tahtası yerine biz de bunları kullanmalıyız.)
1- Bilim yuvaları olması gereken üniversitelere rektörleri seçimle atayın. O da yetmezmiş gibi bir de seçilen rektörü tekrar siz politize ederek bilenmesini sağlayın ki göreve başladığında tarafsızlığını iyice kaybetsin.
2- Atama ve Yükselmeleri rektörlük seçimlerine odaklayın ki bilim insanları da politize olsunlar.
3- Bilim insanlarını 8–16 mesai sistemine göre çalıştırın ki bordo mahkumu devlet memuru olmayı içselleştirsin-ler…
4-Ücretlendirme sistemini günlük rutin işleri üzerinden (hasta muayene etme, derse girme gibi ) performans sistemi ile yapın ki başka şey düşünmeye mecalleri kalmasın.
5-TÜBİTAK, BAP gibi yerlerdeki proje değerlendirme ve kabul kriterlerini son seçimlerdeki sadakatine göre belirleyin ki biraz terbiye olsunlar. Bu kadar da olmaz ki canım. Hocaysa hocalığını bilsin (!)
6- Her ortamda akademik personeli aşağılayın ve küçümseyin. Öyle ki toplum içinde itibarı olmasın. Öyle bir hale gelsin ki üniversitede hoca olduğunu söylemeye utansın.
7-Bilgi toplumu olma yolunda bu kitap kafalı (!) ve gerçek hayatı anlamayan insanları (!) çok kale almayın ki işleri karıştırmasınlar.
8-Üniversiteleri olabildiğince kutuplaştırın. Öyle ki her biri diğeri ile ortak bir meseleyi konuşur ol-a-masın.
9- Hoca maaşlarını olabildiğince düşük tutun. Lise seviyesinde işe başlayan ya da lisans mezunlarının biraz altında olsun. Böylece kendi mezun ettiği asistanlarından daha az para kazansınlar ki biraz terbiye olsunlar. Yoksa bunların dili çok uzadı (!)
10- Olabildiğince çok çalıştırın. Sırtından sopayı...( Yok ya bu olmadı. Bu başka şeydi... Pardon.. Çok pardon…(Bu lafa da kıl oluyorum ya neyse…)…)
Her an yeni bir şeylerle meşgul olsunlar ki düşünmeye vakit bulamasınlar. Öyle ya bu ülkenin başına ne geldi ise okuyanlardan geldi (!).
11-Hadi bunu da siz yazın. Çok yorum bekliyorum ona göre…